Cumhuriyetimizin 85. yılını kutladık. Bazıları global, bazıları bize mahsus tatsızlıklarımız, dertlerimiz var. Ama biz, gerçek anlamda çetin kutlamalar da yapmış bir milletiz. 1939 16. yıl kutlamamızda, İkinci Cihan Savaşının başladığı 2 ay olmuştu: Almanya, dünya güçlüsü orduları ile, çağın cihan devleti sayılan İngiltere ve müttefiki Fransa'ya karşı savaşıyordu. 1940, 1941, 1942, 1943, 1944 kutlamalarımız ise, dünyanın ateşlere yandığı, Türkiye'nin bu ateş çemberi içinde bulunduğu yıllarda gerçekleşti. 1960'ta 37. yılda, milletin belki yarısı, belki tamama yakını yasta idi. Türkiye Büyük Millet Meclisi kapatılmıştı. Subay boğazına kadar politikaya batmıştı. Bütün cumhuriyet bayramlarımızı, neş'e, şenlik ve fişeklerle gökyüzünü donatarak geçirmedik. Bugünkü dertlerimiz elbette önemlidir. Ama geçicidir. Damarlarımızda akan kan, bunların çarelerini milletçe bulup yok etmeye yeterlidir. Türkiye Devleti, Selçukoğulları tarafından, henüz fethedilen Anadolu toprakları üzerinde 1074 yılında kuruldu. Osmanoğulları, cihan devleti seviyesine yükselterek devam ettiler. Birinci Cihan Savaşı'nın mağlûp 4 büyük imparatorluğu: Rusya, Türkiye, Avusturya-Macaristan ve Almanya'nın Avrupa tarihini inşa eden muhteşem hanedanları, iskambilden şatolar gibi yerle bir oldu. Macaristan hariç, diğer 4'ünde cumhuriyetler kuruldu ki Türkiye 4.'südür. Türkiye Cumhuriyeti, dünya galibi devletlere boyun eğmemiş bir devlet karakteriyle oluştu. Bugünkü demokrasi olmadığı için küçümsemek, 1918-1939 Avrupa'sını bilmemek demektir. Rusya'nın komünist, Almanya'nın faşist, her ikisi de federal, her ikisi de çok kanlı cumhuriyetlerine nisbetle Türkiye, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin mutlak ve üstün iradesi üzerinde kuruldu. Demokrasiye daha açıktı. Maalesef ulaşamadık. Atatürk'ün çağdaş uygarlık düzeyi millî hedefini gerçekleştiremediğimiz için hâtırasına karşı, her yıl dönümünde, mahcûbiyetimiz artıyor. Ama tarihteki inanılmaz harikulâdelikte inişli çıkışlı yürüyüşümüzü hatırlıyoruz. Geleceğe olan inancımız pekişiyor.