Orta Doğu'da savaş, henüz tarihçilerin değerlendirmeleri için erken bir konu. Ancak belli başlı emareler, şimdiden, olanca açıklıkları ile gözlerimizin önünde. Ama bakmak yeterli değil, görmeye çalışmak, görebilmek lâzım. Bakınca gördüğünü sananlar, saçma sapan ve zararlı değerlendirmeler yapıyorlar. Bu sütunda ifade edilebilecek kısalıkta yazarsak, durum, bir ABD-İran savaşı şeklinde beliriyor. Niçin savaş? Orta Doğu'da üstünlük için. Bu coğrafyayı Amerika'nın mı, İran'ın mı düzenleyeceği, petrolü dağıtacağı, rejimleri belirleyeceği, terörü zabturapt altına alacağı, ve... yeni sınırları belirleyeceği bir savaş... Washington bunu açıkça söylüyor. Tahran daha zamanı gelmediği için telaffuzdan kaçınıyor. Ama her ikisi de, bugünkü siyasî sınırların devamının eşyanın tabiatına ve tarihin akışına aykırı bulunduğunun idrâkindeler. İran, Şii'liği, güneşte yerini alabilmek için en güçlü unsur şeklinde görüyor. Bu görüş yeni değil. 7. asırdan beri kültürce yüksek bir millet olan İranlılar, Arap, sonra Türk baskısı altında aynı politikayı izliyorlar. İran'ın yükselmesinin Türk'ün gerilemesi ile gerçekleşeceği fikrinin tarihi yarıp geçen derinliğini, Avesta'yı, Firdevsî'yi okuyanlar biliyor: Îrân ve Tûrân... Büyük Türkmen şairi Şâh İsmail'in Anadolu'dan ayartıp götürdüğü Türkmenler'le kurduğu, 16. asırda Türkmen Devleti denen muhteşem Safevî devletinin nasıl -Türkmenler'in daha önce kurduğu- Osmanlı'nın karşısına dikilip, zamanla İran devletine dönüştüğü malûmdur. İran, Şii politikası ile, Türkler başta, birçok kavmi devletinin çatısı altında tutuyor. İmparatorluğunu sürdürüyor. Amerika'yı Orta Doğu'dan kaçırabilirse, Araplar ve Türkler (Türkiye, Kafkasya, Türkistan) karşısında üstün pozisyon elde edeceğini hesaplıyor. Orta Doğu'da sözünü geçirmek, enerji kaynaklarına da, teröre de hükmetmek manasına geliyor. Bir bakıma 21. asırda dünyaya hükmetmenin anahtarı gibi bir şey. Hiç olmazsa yüzyılımızın ilk yarısını kurtarır. Sonrası mı? Sonrası Allah kerîm ve Allah alîm!..