Abdullah Öcalan, nâm-ı dîğer Apo, yeniden Türkiye gündemine oturdu. Belki medyaya konu çıktı. Ama gene vaktimizi boş yere işgal edecektir. Hukukçular, yazılı kurallar, geçerli yasalar ve formalitelerle bağlıdırlar. Bu çerçevede hüküm verirler. Bu faktörler ihlâl edilir, saptırılır, savsaklanırsa, adaletin yerine getirilmediğini (tecellî etmediğini) savunurlar. Politikacılar, şahıslarının, partilerinin, devletin, rejimin temayülü ne ise, o istikamette konuşurlar. Tarihçiler, vuku bulan gelişmenin sebeplerini, sonuçlarını, fayda ve zararlarını, getirip götürdüklerini, belgelerin ve belgeleri nasıl algıladıkları dışında, bir kayıtla bağlı olmaksızın yazarlar. Biz siyaset yazarları, zihniyetimiz, mesleğimiz ve vukufumuz paralelinde yorumlarız. Tarihçilikten geldiğimiz için, bizden hukukçu görüşü beklenmemelidir. Henüz vukua gelmiş olayları tamamen tarih metodolojisine oturtmak mümkün değildir. Fakat hukukun kuralları ile bağlı değiliz. Ülkemizin menfaati yönünde, tarafsız ve hür düşünce ile fikirlerimizi söylemeye çalışırız. Abdullah Öcalan olayında gerçekler şöyledir: Türkiye'ye en fazla zarar vermiş bir isyanın elebaşısıdır. On binlerce insanımızın katledilmesinin birinci sorumlusudur. Bu derecede büyük zarar verebilmesi, başta Suriye, bütün komşu devletler ve büyük devletler tarafından desteklenmesiyle mümkün oldu. Bu destek, Öcalan veya Kürtler'e verilmedi. Türkiye'yi belirli çizgiler içinde tutmak için verildi. Avrupa Birliği'nde hangi kurallar geçerli ise, bunlara aynen uyacağız. Şart getirmeyeceğiz. Ama yeniden muhakeme olursa, dış politik baskıları kabûl etmeyeceğiz. Bu derece suçlu bir kişinin, bugünkünden hafif ceza alması mümkün değildir. Olayı büyütmeyeceğiz. Siyasî gösteri hâline getirmeyeceğiz. En liberal ve demokratik kurallarla bile, Türk'e zarar verenleri, müstahak oldukları cezaya çarptıracağımızdan kimse şüphe etmesin. Zaten başka bir uygulama, hiçbir devlet için bahis konusu değildir.