İkinci Erdoğan hükûmeti ve AK Parti iktidarı, cumhurbaşkanı seçtikten sonra icraata, dış politikadan başladı. Dış politikamızın en ağırlıklı merkezi olan Amerika Birleşik Devletleri'nden... Başkent Washington ve Birleşmiş Milletler'in merkezi New York'ta kısa, hattâ bir kısmı ayaküzeri, muhtasar müfid, anlamlı, önemli görüşmeler yapıldı. Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Almanya şansölyesi Angela Merkel Hanım'la, İtalya başbakanı Romano Prodi ile, Fransa yarı-başkanı Nicolas Sarkozy ile görüştü. Ayaküstü Başkan Bush'la da konuştu. TBMM'nin açılışında bulunmak üzere Türkiye'ye döndü. İtalya ile münasebetlerimiz iyidir. Almanya ile bazı pürüzlere rağmen, iki taraf için de iyi olmak durumu makuldür. Almanya, dış ticaret hacmimizde 1. ülkedir. Birkaç milyon vatandaşımızın yaşadığı devlettir. Bu Türkler'in ve Türk asıllı Almanlar'ın Alman bankalarındaki mevduatı ve yatırımları yüzlerce milyar doları buldu. Sarkozy Merkel politikasını izleyerek, iktidara gelince Amerika'ya çok yaklaştı. Türkiye politikasını ASALA avukatı radikal Ermeni ırkçısı Deveciyan'a havale etmiş gibi. Ancak Türkiye'nin ehemmiyetini kavrayan Dışişleri Bakanı Kouchner'i Ankara'ya göndererek kendisine göre denge kurmaya çalışıyor. Başbakanımız, küçük ada devletlerini de ihmal etmedi. Başbakanları ile görüştü. Latin Amerika'dan ise Kolombiya Cumhurbaşkanı Alvero Uribe ile dahi konuştu. Bunlarla ilişkilerimiz yok gibidir. Ancak 2008'de Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ne, Türkiye'nin dahil bulunduğu bloktan 2 yıl için geçici üye seçilecek. Önemlidir. Türkiye 60 yıldır başarılı olamadı. Bu defa Erdoğan ve Sayın Cumhurbaşkanımız Gül, yıllardır kulis yaptılar. Afrika'nın balta girmemiş ormanlarını bile pas geçmediler. Güvenlik Konseyi'nde bir Türk diplomatı görmek istiyoruz. Dışişleri Bakanı Sayın Ali Babacan'ın Miss Rice ile konuşmasını yarın ele alacağız ve yeniden Irak konusuna dalacağız...