Kopenhag zirvesine iki hafta kala Avrupa Birliği'nin neresindeyiz? sorusunun cevabı, boşluktadır. 12 Aralık zirvesinde 2003 içinde müzakere tarihi almamız ihtimali bize göre yüzde 49'dur. Ancak dış politikada bazan süratli gelişmeler olur. Turgut Özal'ın ince uzun bir yola girdiğimizi vurgulamasının üzerinden yıllar geçti. O zamandan bu yana üyelik şartları her aday ülke için ağırlaştırıldıkça ağırlaştırıldı. Zira Batı medeniyeti bir çizgide durmaz. Sürekli gelişir. Biz, büyük rehavet içinde zaman tükettik. Üç buçuk yıl süren 1999-2002 koalisyonu, uyum yasalarını, iktidarının son ayına sıkıştırdı. Koalisyonun başı olan Ecevit için AB, siyasî hayatının ideali falan değildi. İsmail Cem'in yerine atadığı dışişleri bakanı, AB ve Kıbrıs'ın çözümüne âzamî soğuk bakmasıyla şöhret yapmıştı. Koalisyonun diğer bir ortağı, Avrupa Birliği'ne şart koşmak ve onur dersi vermek istemek gibi, Avrupa'ya eğlence konusu çıkaracak yollara saptı. Türk milleti, 2500 doların cenderesi içinde, bir çok hürriyeti kısıtlı hâle geldi. Nerede, tek ve yegâne ve biricik hedefimiz ve politikamız olan muâsır medeniyet seviyesine erişmek? Yüzyıllarca beceriyle yönettiğimiz ülkelerin gerisine düştük. Türkiye'yi yolsuzlukta birinci sıraya çıkaran, hünerden mahrum, gülünç sayıda bakanlardan oluşan bir hükûmetin icraatına millet, 3 Kasım'da haddini bildirdi. Şimdi tek başına iktidar oluşturan AK Parti hükûmetinden çok şey bekliyor. Milletin kızgınlığı geçmemiştir. Küçük aksaklıklara, hatalara bile müsamaha göstermiyecektir. Onun için, açık konuşmak lâzım, Erdoğan iktidarının ve Gül hükûmetinin işi, pek çok zordur. Bu kadar kalabalık bir milletvekili grubu 1957'den beri ilk defa görülüyor. Üçte ikiye ulaşan bir grup da 1957'den bu yana mevcut değildi. AK Parti, böylesine bir tablo ile işe başladı. İki hafta sonra hem hükûmetin ilk icraatını görecek, hem AB'nin neresinde bulunduğumuzu anlıyacağız.