İktidar partisi genel başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, ikinci Avrupa turuna başladı: Lizbon, Helsinki, Stockholm vs. Bu suretle yarın, 15 Avrupa Birliği üyesi ülkeyi ziyaretlerini tamamlıyacak. Arkasından Başbakan Sayın Abdullah Gül'ün Avrupa başkentlerine gezisi başlıyor. Cumhurbaşkanı Sayın Ahmet Necdet Sezer de, bu furyaya katılıyor. Bu suretle 15 Avrupa devletine, Türkiye'nin azimli, kararlı ve samimi olduğu vurgulanıyor. Muhalefet lideri Sayın Deniz Baykal'ın temasları da çok değerlidir. Velhasıl Türkiye, ayağa kalkmış durumdadır. 12 Aralık'ta Kopenhag'da Türkiye'ye 2003 yılı içinde Avrupa Birliği üyeliği için müzakere tarihi verilmesini istiyoruz. Ve başka bir şey istemiyoruz. Zira birliğe en erken tâlib olan ülkelerden biri bulunan Türkiye, bir türlü üyeliğe erişemedi. 1974'te Yunanistan'la beraber davet edilmiştik. O zaman da Başbakan Sayın Ecevit idi, onlar ortak biz pazar sloganı ile 10 yıl müddet istedi. Yunanistan hemen müzakerelere başladı ve İspanya ile Portekiz'den önce tam üyeliğe geldi. Sonra bizde 1980 darbesi vuku buldu. Avrupa'nın bir askerî hükûmetle Avrupa Birliği'ni konuşması mümkün değildi. Zaten bizi bir çok milletlerarası platformdan kovmuşlardı. Sonunda Atatürk'ün ne ümitlerle kurduğu o anlı şanlı Türkiye Cumhuriyeti, dünki eyaletlerinin gerisinde, hem de epey gerisinde kalıvermesin mi? Tayyip Bey, Türkiye'nin geciktirilmesinin, İslam âleminde ve bizde kuşku uyandıracağı üzerinde çok durdu. Avrupa Birliği'nin Hıristiyan Klübü tanımlamasıyla itham edileceğini söyledi. Bunun Avrupa medeniyetinin temel felsefesine aykırılığını hatırlattı. Bu faktör elbette mevcuttur. Fakat Avrupa'nın bizi istemesinde sebepler daha başkadır, bizi istememesindeki sebeplerden bile ağırlıklıdır. Bu arada Kıbrıs'ı bahane ederek Kopenhag'da ters netice almamızı isteyen statükocular var. Menfaatini Kıbrıs'ın bugünki durumuna odaklamış kişiler bile mevcut. Kıbrıs Türkü'ne sorarsanız, AB için yüzde 90 oy çıkar. Ancak kararı, Ankara'daki siyasî irade verecektir.