Son yıllarda İngiltere'nin gayri safi millî hasılası ilk defa Fransa'yı hafifçe geçti. Fransa'da ekonomik durgunluk ilk defa az da olsa kendini gösterdi. İşsizlik arttı. Tarım kesimi yeterince AB kriterlerine getirilemedi. AB Anayasası denen gerçek ucûbenin reddi, Fransa'da Başkan Chirac'ın iktidarını sarstı. Avrupa Birliği'nin kurucu lideri rolünü bırakmayan Fransa, İngiltere ile tekrar 19. asırdaki rekabet ortamına girdi. Referandum sonucu, Chirac'ın üçüncü 7 yıl için seçilme şansını kararttı. Chirac, 1920'lerden bu yana gelmiş geçmiş Fransız devlet adamları içinde, General de Gaulle'den sonra gelir ve zaten onun öğrencisidir. Ama yarı başkanlık rejiminde 21 yıl iktidar, Fransa tarihinde görülmedi. Fransız halkının karakterine hiç uymaz. Chirac'ın bu arzuda bulunması, imkânsızı zorlamaktı. Büyük ihtimalle referandumdan sonra da vazgeçmedi. Kaldı ki, Avrupa kıt'asının en güçlü devleti ne Fransa, ne İngiltere'dir. Şüphesiz Almanya'dır. Arka planda kalmayı uygun görmüştür. Olağanüstü gelişmesini sürdürmüş, bu suretle Doğu Almanya'yı sızıltısız ilhak ederek imkânsızı başarmıştır. Fransa ile ilişkilerini dikkatle sürdüren Almanya, hâlâ Hitler'in tarihin en büyük soykırımının etkisindedir. Öyle ki, bu konuda yalnız kalmamak için (!) müttefiki Türkiye'yi Ermeni Soykırımı saçmalığı ile ithamdan çekinmedi. De Gaulle (Dö Gol), Avrupa dengesinin Tek Almanya'yı kaldıramayacağını söyleyip yazmıştı. Tarihten gelen sebeplerin, birkaç Alman devleti bulunmasının zaruretini oluşturduğu fikrindeydi. Tek Almanya'nın, Avrupa'ya tahakküme kalkışmasından endişeliydi. Ancak bugün Doğu Almanya ortadan kalktığı gibi, Avusturya da Almanya şemsiyesi altına girdi. Böylesine bir Avrupa'da, NATO ve Gümrük Birliği tam üyesi sıfatlarıyla zaten Avrupa Birliği'nin imtiyazlı ortağı durumunu çoktan elde etmiş bulunan Türkiye'yi kenara itmek ve geciktirmek teşebbüsleri, yaşlı kıt'anın başına yeni dertler açacaktır.