Bangladeş, 148.000 kilometrekaredir. Yüzde 88'i Sünnî Müslüman 160 milyon nüfusunun dayanılmaz ağırlığı altında eziliyor. 16. asırda Bangladeş'te Osmanlı üssü bulunduğu bugün bizim için şaşırtıcıdır. 18. asır sonlarına kadar bu ülkenin Türk hanedanlarınca yönetildiği de öyle... Bu dertli ülke, tropikal iklimin her türlü felaketine alışıktır. Son 16 yılın en büyük kasırga âfetinin altından kalkmaya çalışıyor. Başkentimiz Ankara yağmur hasreti çekerken, taht şehri Edirne, Marmaris, Bodrum gibi çok özen gösterilen beldelerimizi sel bastı. Bir de Bangladeş'te saatte 160 kilometre hızlı rüzgârın oluşturduğu dev dalgaları düşününüz. 15.000'i bulduğu söylenen insan kaybına, açıkta kalan milyonları ekleyiniz. Pirinç tarlaları, karides çiftlikleri, sulara karışıp gitti. 1991'de 143.000 kişi ölmüş, sonraki yılları Bangladeş nisbeten hafif atlatmıştı. Suudî Arabistan, 100 milyon dolar ilâveten bir o kadar değerde malzeme yola çıkardı. Askerine yılda 600 milyar dolar harcayan ABD, 2, fiyakasından yanına zor yaklaşılan AB gene 2 milyon dolar vereceklerini bildirdiler. Bangladeş, Pakistan'dan ayrıldığı 1972'den beri İngiliz Milletler Topluluğu üyesidir. Öyle olduğu halde İngiltere 10 milyon gönderiyor. Vay yoksulun hâline! Ama tecrübeli bir politikacı olan ve Cumhurbaşkanımız'la Ankara'da otelde görüşmesi mesele yapılan Suudî kralı Abdullah cömert davrandı. Suudîler'in, hiç sevişmediği İran'ı kaale almadan ve İslâm dünyasının öncüsü geçinmekten hoşlanan Mısır'ı sollayarak Müslümanlar'ın başını çekmek gibi bir misyona heveslendiklerini düşündüm. Mekke ile Medîne'nin hâdimi ve asıl en büyük petrol gelirine malik bulunduklarından dolayı böyle davranmak akıllarından geçebilir. Allah'dan bizim Müslümanlar'ın başı olmak gibi bir iddiamız yok. Bu pozisyonumuzdan 1924 yılında feragat etmiştik. Suudîler kadar paramız olmasa da, Bangladeş'e bir yardım yetiştireceğimizden eminim. Dost Bangladeş'e samimi tâziyetlerimizi sunuyoruz.