Türkiye'nin Avusturya ile beraber Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ne 2 yıl için seçilmesini, bu çok önemli başarıyı yıllar boyu bıkıp usanmadan kıt'alar dolaşarak sağlayan Cumhurbaşkanı Sayın Gül'ü ve Başbakan Sayın Tayyip Erdoğan'ı, candan kutluyorum. *** İtalya başbakanı Silvio Berlusconi, geçtiğimiz perşembe günü, Avrupa Birliği'nin merkezi Brüksel'de basına demeç verdi. Şu cümlesi, fütürolojiye soyunan tarihçiler ve politikacılar için, işaret değerindedir (aynen): "Rusları daima Batı ailesine mensup bir millet olarak gördüm. Önümüzdeki yıllar içinde ("vakit geçirilmeden" demek istiyor) Rusya, Avrupa Birliği üyesi olmalıdır." Avrupa Birliği'nin kalbinde (veya: beyninde), AB'nin 7 kurucu üyesinden biri bulunan bir büyük devletin, İtalya'nın başbakanının bu beyanını eminim, politikayı gündelik sorunların çözümlenmesi sayan, artlarını bilmedikleri için önlerini göremeyen öngörüden mahrum siyasetçiler, belki duymadılar bile. Rusya, bugüne kadar, ima yoluyla olsun, AB üyeliği talebinde bulunmadı. Ancak ben, birkaç yıldır, bu sütunda hiç beklenmeyen bir sabah Brüksel'deki Rusya büyükelçisinin Putin imzalı üyelik taleb-nâmesini AB'nin burnuna dayayacağını yazdım. Avrupa Birliği, Rusya'nın talebine, Avrupalı değilsiniz, Asya'daki topraklarınız Avrupa topraklarınızın 4 katı gibi pestenkerânî, beş paralık ciddiyet taşımayan itirazlarda bulunmayacaktır. Üstelik Rusya öyle fazla oyalanmaya da gelmez. Bir tatsızlık çıkaracağından, huzuru bozacağından bütün Avrupa'nın ödü kopar. Avrupa Birliği'ne giremeyen Türkiye'nin oluşturacağı huzursuzluk daha küçük çapta mı olur? Arada bir İngiltere, İspanya, İtalya başbakanları, Türkiye'nin dışarıda bırakılmasının vahâmeti üzerinde Avrupa'ya açık ihtarlarda bulunuyorlar. Ama Fransa, Hıristiyan Demokratlar döneminde Almanya, Kara Mustafa Paşa'yı 325 yıldır unutamayan Avusturya, bu uyarmaları pas geçiyorlar. Biz ne yapıyoruz? Elimizi çabuk tutuyor muyuz? Rusyalı fakat Türkiyesiz bir Avrupa Birliği'ni tasavvur edebiliyor muyuz? Yoksa böyle bir konuyu henüz vakti gelmemiş erken zihin yorgunluğu mu sayıyoruz?