İmparatorluk ve Cumhuriyet Türkiyesi'nde askerî darbelerin tarihini yazdım. Hiçbirinin devlete hayır getirmediğini, derece derece olmakla beraber hepsinin devlete zarar verdiğini anlattım. En büyük zararı bizzat ordunun gördüğünü vurguladım. Son dokuz buçuk asırda (9.5 yüzyılda) ordumuzun, aynı zamanda, Türkiye devletinin bel kemiğini oluşturduğunu belirttim. Bugün de bulunduğumuz coğrafyada çok kudretli, ekonomik gücümüzün üzerinde silahlı kuvvetlerimizin, millî bekamız için şart olduğuna eminim. Türkiye'nin jeopolitik durumundan sonra en büyük gücü, silahlı kuvvetlerimizdir. Bunu bütün dünya biliyor. Askerimize, subayımıza, toz kondurmam. Ne çare ki serde tarihçilik var. Mesleğimin şerefini korumak mecburiyetindeyim. Gerçeğe aykırı bir şey yazarsam, her devre göre değişgen resmî tarihçiler arasına girerim. Böyle bir şey yapmadım, yapmam. Okuyucularım, bu kadar sözü, Genelkurmay'ın gece yarısı bildirgesi için söylediğimi elbette anladılar. Ben Türkiye'nin, Batı demokrasilerinden zerre kadar eksiksiz bir rejimle yönetilmesini isterim. Türk'ün bundan aşağısına razı edilmesine karşıyım. Demokrasilerde komutanlar, yürütmeden ve Türkiye'de uçan ve uçmayan kuştan sorumlu başbakanımızla görüşürler. İstedikleri Türkiye adına olduğu için, mutlaka yerine getirilir. Demokrasilerde böyledir. Her şey muâsır medeniyet seviyesine erişmek içindir. Türkiye'de tam demokrasi, subayımızı, Avrupa devletlerindeki meslektaşları gibi saygın bir statüye taşır. Bugünkü saygınlıklarının eksileceği, vehimden ibarettir. Ayrıca, Türkiye'nin jeopolitik hususiyeti dolayısıyle, Batı'nın rahat ülkelerindekilerden fazla bir statü de yadırganmaz. Bundan ötesi mümkün değildir. Subay kesinlikle politikaya giremez. Bunun için üniformasını çıkarıp silahlarını bırakması gerekir. Bu tablo, olması gerekendir. Krize bir de asker gözüyle bakmak lâzımdır. Genelkurmay niçin rahatsızdır? Buna sağlam teşhis koyamazsak, daha, çok bildirge dinleriz (muhtıra yeriz demiyorum). Ne isteniyor? Yarına...