Avrupa Birliği'ne yeni giren 10 devletten 8'i, 15 yıl önce komünist rejimlerle yönetiliyordu. 7'si Varşova Paktı üyesi ve Sovyetler'in peyki idiler. Moskova'nın zalim kontrolü ve amansız vesayeti altında bulundukları için bütün dünyada Peyk-Uydu diye anılıyorlardı. Gençlerimiz, o yılları bilmezler. Olgun yaştakilerimiz unutmaya yüztutmuşlardır. Yeni katılan toplam 75 milyon nüfuslu devletlerin sadece en küçük 2'si, Kıbrıs'la Malta (ki toplam nüfusları 1 milyonu az geçiyor), Rusya'nın pençesinde değillerdi. Rusya, tarihin gördüğü en insanlık dışı rejimi, anlı şanlı milletlere uygulayıp Arz'ı ele geçirmeye çalışıyordu. Yeni katılan 10 devletten en kuzeydeki Estonya ile Letonya Protestan, en güneydeki Kıbrıs ise Ortodosk'tur. Diğer 7 devlet Katolik'tir. 10 devletten 4'ü Slav'dır (Polonya, Çek Cum., Slovakya, Slovenya). 2'si Ârî değildir (Macaristan'la Estonya). Bu suretle Adriyatik'ten (Slovenya), Finlandiya Körfezi'ne (Estonya) kadar uzanan kalın bir şerit, Marksist sosyalit totaliter bir dünyadan, kısa müddet içinde, kapitalist liberal bir demokrasi âlemine başarılı geçiş yaptı. İki Ortodoks devlet, Romanya ile Bulgaristan da katıldıkları zaman AB, Karadeniz'e dayanacaktır. Katolik Slav Hırvatistan keza yola çıkmıştır. Yarım milyara yakın gelişmiş insanı çatısı altında birleştiren AB, Roma İmparatorluğunu andırıyor. Ama Roma gibi Asya'ya ve Afrika'ya uzanmadı. Roma gibi askerî zorba güçle değil, gönüllü barış ve îtilâf (anlaşma) yoluyla kuruldu. Bu derecede başarı kazanan Avrupa Birliği, Türkiye ile yepyeni perspektiflere ulaşacaktır. 1908'den beri demokrasiyi tecrübe eden Türkiye, dünkü Marksist diktatörlüklerden daha kolay, yumuşak, ehliyetli şekilde Avrupa normlarına uyum sağlayacaktır. Böylece, çeyrek asır gecikmeyle Atatürk'ün gösterdiği hedefe ulaşmış olacağız.