Bülent Ecevit, 11 Kasım'da toprağa verildi. Atatürk'ün ölümünün ertesi ve bir cumartesi tatil günü seçildi. Katılım ve yas faktörleri düşünüldü. Ama artık Atatürk'ün ölüm gününde yas tutmuyoruz. Bu çok büyük, en büyük Türk milliyetçisi, millî kahraman, muzaffer asker, kurtarıcı ve hedef gösterici devlet adamını anmak, hatırlamak, anlatmak ve hatırlatmak için vesilelerden biri sayıyoruz. Türk seçmeni 4 yıl önce Ecevit'e yüzde 1.2 oy verdi. Bugün seçim yapılsa partisinin barajı aşması kesinlikle mümkün değildir. Ancak cenaze, samimi bir genel teessür sergiledi. Niçin? Zira halkımız, onun doğruluğuna, tevazuuna, çalışkanlığına inanmıştı. Bu duygularını vurguladı. Gerek 1970'lerdeki, gerek 2000'in başındaki iktidarlarında çok büyük çapta vurgunu, yokluğu, yoksulluğu önleyemediğini, soygun parasını istirdad edemediğini, hırsızı, katili, ırz düşmanını üzerimize salıverdiğini pas geçti. Ancak halkımızın üzerine fazla gidilmez. İstismâr edildiğini, kullanıldığını anlayınca, sert darbe vurur. Ecevit, elbette kendi anlayışı çerçevesinde halka hizmet için siyasete soyundu. Karizması vardı. Cesurdu. Ama bu erdemleri bile ikinci bir cenaze törenini kaldırmaz. Halkımız böyle şeyleri küçümser. Devlet mezarlığı beğenilmiyorsa, niçin başka yere gömülmedi? O çapta kişiler mezarlarını hayatlarında tespit ederler. Kaldı ki aylardan beri Ecevit'in vefatı beklenmiyor mu idi? Ecevit, Türkiye'nin en zengin partisini bırakıp gitti. Büyük partilerimizin kasaları boşken o, devletin seçimlerde harcanmak ve örgütlenmek için verdiği tahsisatı biriktirdi. Şahsı için harcamayı, hiçbir dönemde aklından geçirmedi. Cenaze düzenli idi. Hanımların camide ve cenazede başlarına bir şey koymaları gerekir. Nitekim Sayın Semra Sezer, eşarbını örttü. Neyse ki hanımlar namaza durmadılar. Bu gibi cenazeler çeşitli ülkelerde gösterilere fırsat oluşturmuştur. Böyle bir şey olmadı. Sorumluları kutluyoruz. Sırası geldikçe, Ecevit'in siyasî hayatından bahsedeceğimiz tabiidir.