Türkiye Cumhuriyeti, laiklik, bölünmezlik ve Atatürk sevgisi üzerine kurulmuştur. Bu üç ilke asla ihlâl edilemez. İhlâle kalkışan siyasî partilerin ve siyasî kişilerin misyonları hüsranla neticelenmiştir. Bu üç ilke, Avrupa Birliği üyesi olduğumuz zaman veya olmadığımız takdirde yahut herhangi bir ihtimalde değişmez. Zira gerçek politikaya oturmuştur. Türkiye Cumhuriyeti, bu ilkelere sadakatle, ayakta kalabileceği inancı üzerine kurulmuştur. Din ve devlet işlerinin ayrılması, hukukta dinin lehte veya aleyhte mehaz (kaynak) gösterilmemesi; ırk, din, mezhep, dil gibi faktörlerin ülke bütünlüğünü otonomiye götürecek şekilde kullanılamaması, kültüre değil de ırka dayalı bir milliyetçiliğe müsamaha edilmemesi; sistemin kurucusu ve büyük millî kahraman Atatürk'e sataşmanın milleti incittiği ve rejime zarar verdiği hususları, Türk demokrasisinin ana ilkeleridir. Hiçbiri de çağdaş demokrasiye aykırı değildir. Bu ilkeleri demokrasimizi güçlendirecek üslûpta kullanmak, siyasetçilerimizin maharetine bağlıdır. Ama bu ilkeler doğru kullanılmalıdır. Çağa uyum sağlayan reformları kesin şekilde engellememelidir. Oligarşik bir iktidara yol açmamalıdır. Atatürk, Türk tarihinin daha geniş bir perspektifinden bakarsak, yenileşme (osm. teceddüd) tarihimizin bir safhasının lideridir. En radikal reformlar, bu safhada gerçekleşti. Yenileşme tarihimiz, çok açık şekilde, Batı'ya ve Avrupa'ya katılmaya dönüktür. Başka şekilde tefsiri kabil değildir. Bu gerçek, Tük kültürünün doğudan gelen muhteşem unsurlarını reddetmek şeklinde algılanamaz. Zira büyük kültürlerin hepsi 500, 1000, 2000 yılda oluşmuştur. 50, 100 yılda millî kültür oluşmaz. Bazı acemi veya art niyetli politikacılar, Türkiye Cumhuriyeti'nin yukarıda sunduğum üç ilkesinden sapmayı denemişler, partilerinin başını belâya sokmuşlardır. Kitle partilerinde her çeşitten insan bulunması tabiidir. Parti yönetimi dikkatli davranmalıdır. Zira en kötüsü, bu davranışlar, radikal reformları engeller ve statükoculara gün doğar.