Prof. Dr. Angela Merkel, -ekonomi bakımından- Avrupa'nın 1. ve dünyanın 3. devletinde iktidarın başıdır. Almanya'da vatandaşların önemli kısmı cumhurbaşkanlarının adını bilmez. Cumhurbaşkanını Meclis seçer. Temsil eder. İcraya karışmaz. İcra, sansölye denen federal başbakanın demir ellerindedir. Almanya'da -aynen Fransa'da olduğu gibi- kadınlar tahta geçemezlerdi. Merkel'e kadar da bu iki önemli Avrupa devletinde kadın cumhurbaşkanı ve başbakan görülmedi. Çok katı ve iğrenç bir komünizmin pençesindeki Doğu Almanya'da yetişmiş, Saksonya'da Protestan bir rahibin kızı Angela Merkel, fizik profesörü iken, iki Almanya'yı birleştiren Şansölye Helmut Kohl tarafından politikaya sokuldu. Az zamanda kudretli Hristiyan Demokrat Parti'nin başına geçip ana muhalefet lideri oldu. Schröder gibi güçlü bir sosyal demokratı kıl payı geride bıraktı, koalisyon kurdu, Almanya'nın başına geçti. Merkel, muhalefette iken, Türkiye'ye imtiyazlı (!) ortaklık (ne demekse?!) sloganının şampiyonluğunu yaptı. Şimdi fikrini değiştirdi. Başbakanımız Tayyip Erdoğan'a, dün İstanbul'da, partisinin, Türkiye için hâlâ aynı fikirde bulunduğunu, fakat devletlerde süreklilik temel prensip sayıldığından, Almanya'nın Türkiye'ye söz verdiği AB üyeliği esası üzerinden müzakerelere devam edeceğini bildirdi. Ahde vefâ gibi insanı insan ve devleti devlet yapan bir ilkenin cesur sahibi olduğunu gösterdi. Stratejik ortağı ve kendisinden on defa tecrübeli politikacı Jacques Chirac (Jak Şirak)'a fark attı. Ancak başta Almanya, 25 Avrupa devletinin Türkiye'ye tavrı, epey geniş ölçüde Washington'a bağımlıdır. Bizde bunu unutan politikacı, Türkiye'ye felâket getirir. ABD ile bozuk çalan bir Türkiye, Avrupa'daki saygınlığının epeycesini yitirir. 20 milyar doları çoktan aşan ticaret hacmimiz bulunan Almanya'da Merkel, selefi Schröder'in aksine, Washington'a karşı çok dikkatlidir. Konu dışı ama, bir cümle daha yazayım: Merkel'in ziyareti vesile oldu öğrendik: Bakanlar, Devlet Başkanını asla kızdırmamalıdırlar!..