Türkiye'nin yeni bir ekonomik patlama dönemine girdiği artık kesinleşti ki bu, refah dönemi demektir. Menderes (1950-57), Demirel (1965-71) ve Özal (1983-87) devirlerinde üç defa böyle bir dönem yaşamıştık. Ancak bunların üçünün de sonunda yeniden yerimizde sayma yıllarına girdik. Dış baskılar ve tecavüzler, içeride anarşi, demokrasimizi askıya aldık. Bugünkü hamle, daha hız kazanmış görünüyor. Avrupa Birliği politikası ile paralel götürebilirsek, çağdaş uygarlık çizgisine erişebilmemiz çok muhtemeldir. Radikal hatalardan kaçınmak şartıyla. Radikal hata, iktidarın, ana hedefi ikinci plana atarcasına, teferruata dalıp gitmesidir. Eleştirilere sinirlenip soğukkanlılığını yitirmesidir. Radikal hata, büyük kalkınmalarda dönen büyük paraların ve harcamaların üzerine gölge düşmesidir. Bu furyaya politikacı isimlerinin karışması kötülerin en kötüsüdür. Demokrasiyi yer bitirir. Türkiye'nin, 20. yüzyıl tarihinde, en büyük yağmaya maruz kalmış ülke olduğunu hatırlamak yeterlidir. Radikal hata, büyük kalkınma heyecanı içinde çevreye, Arz'ı paylaştığımız hayvanlara ve bitkilere karşı hayâsız zeminler oluşturmaktır. Tarihî mekânın tahribi faciasını buna eklemek gerekir. Maalesef Türkiye, böylesine davranışlarda da baş çekmiştir. Zaten böylesine bir coğrafyada geri kalmak, ancak negatif yeteneklerle mümkündür. GAP'ı bir türlü bitiremememiz, millî bir ayıptır. Son Millî Güvenlik Kurulu'nda, halkımızın Kırmızı Kitap dediği Millî Siyaset Belgesi'nde, bu hususun vurgulanması ümit vericidir. Telafisi en zor hata ise dış politikada yapılanlardır. Bu nakısalardan arınmış hızlı ekonomik kalkınma bizi, birkaç yıl içinde Avrupa'nın güçlü devleti yapar. Zayıf, kusurlu ve aksak bir Türkiye'yi tercih edenlerin ise büyük gayret içinde bulunacaklarını asla unutmamalıyız.