Anayasa Mahkemesinin, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın iddianamesinde taleb edilen cezaların tamamını kabul ettiği ihtimalini -böyle bir ihtimal olmamakla beraber- ele alalım. Bu takdirde Türkiye boşluğa düşer. Boşlukta nerelere kadar yuvarlanacağını, benim diyen fütürologlar öngöremezler. Zira yasama (teşrî) ve yürütme (icrâ) ortadan kalkar. Yasama ve yürütmesiz devlet olamayacağına göre, ortaya -Allah esirgesin- yapay meclisler ve hükûmetler çıkar. Türkiye yapay devlet haline gelir. Çağdaş uygarlık düzeyinden kopar. Turgut Özal'la ikili konuşmalarımdan birinde, listesine aldığı milletvekillerinin epeycesinin politik tecrübesinin yetersiz bulunduğunu söyledim. Cevabı şöyle oldu: "Birinci politik kadro 12 Eylül 1980'de yasaklandı. İkinci politik kadro ile Milliyetçi Demokrasi Partisi kuruldu. Ben partimi üçüncü kadro ile, üstelik çok kısa zamanda kurmak durumunda kaldım." Büyük devlet adamı aslında birinci kadronun 27 Mayıs 1960'ta Yassıada'ya götürüldüğünü söylememişti. Meclis tecrübesi bulunmayan kişinin bakan, başkan, başbakan, cumhurbaşkanı olmasının ve meclisin anormal oranda ilk defa üye seçilenlerden oluşmasının devlet hayatını aksatacağı âşikârdır. İstisnalar, bu kuralı bozmaz. Şimdi yeniden, şu veya bu ölçüde tecrübe kazanmış bir politik kadronun biçilmesi ihtimali var mı? İhtilâl yargılamalarında bile yargıçlar, savcı taleplerini herhangi bir ölçüde kısıtlamışlardır. Normal mahkemelerde taleplerin tamamı bile reddedilebilir. Anayasa Mahkememiz, Adalet ve Kalkınma Partisi'ne bir ihtar ile yetinip davayı kapatırsa ne olur? Yarına...