Her milletin karakterine has, tarihinden süzülen kompleksleri vardır. Hiçbir millet, komplekslerinden söz açmaktan hoşlanmaz. Biz Türkler pek çok millet gibi komplekssiz geçiniriz. Ama bizim de Araplar, İranlılar, Çinliler, Japonlar, Almanlar, Fransızlar, İngilizler, İtalyanlar, Ruslar, hasılı her millet gibi epeyi hacimli kompleks potansiyelimiz mevcuttur. Fransa'dan bahsedeceğim. Fransa, modern anlamda milliyetçilik kavram ve ideolojisinin doğduğu ülkedir. Her şey büyük ihtilal ile başladı. Biz bugün değil, o devirlerde de Avrupalı idik. İhtilalin pekçok serpintisi imparatorluk ve cumhuriyet Türkiyesi'nin üzerine de yığıldı. Ancak Fransızlar'ın tarihlerine, geçmişlerine bağlılıkları ile az millet kıyaslanabilir. Sakın krallarını ve kraliçelerini giyotinden geçirdiklerini olduğundan fazla önemsemeyiniz. Fransa, Osmanlı İmparatorluğu'nun Akdeniz güneyi ve doğusundaki Arap ülkelerini, bizden daha iyi yöneteceği iddiası ile birer ikişer kopardı. Bazılarını 20 yıl bile yönetemedi. Ama dilini ve dilin getirdiği kültürü bıraktı. Fas, Cezayir, Tunus, Cibuti, Lübnan, Suriye, Moritanya, Mali, Nijer, Çad gibi ülkelerde Fransızca egemenlik kurdu, bunlara daha pekçok Afrika devletlerini ekleyebilirsiniz. Yalnız, Suriye'de Esad rejimi Fransızca yerine İngilizce'yi koymayı başardı. Bu ülkeler üzerinde Fransa'nın 3. değil, 4. ve 5. cumhuriyetleri de nüfuz alanı politikasına son verememişlerdir. Buna rağmen Başkan Chirac, son G-8 toplantısında Suriye'yi, diktatörlük rejimini sürdürdüğü için sert şekilde kınadı. Bu husus, politika gerçeklerinin nasıl her türlü komplekse ve ön yargıya üstün geldiğini gösterir. Gene Chirac redde uğrayan AB anayasasının Avrupa'da problem oluşturduğunu, değiştirmek gerektirdiğini söyledi. Bu suretle mahut anayasa, birinci savunucusunun desteğini yitirmiş bulunuyor. Suriye'nin istikbali de beliriyor. Fransa gibi bir ülkede çeyrek yüzyıl başkanlık ve başbakanlık yapan, asrın önde gelen devlet adamlarından biri, hem milli dış politikada, hem rejim üzerinde ansızın hassas balans ayarları yapabiliyor. Büyük devletler, büyüklüklerini ve refahlarını bu yeteneklerle sürdürüyorlar. Siyasetlerini dünyanın gidişine göre değiştiremeyen devletler büyüyemiyor, insanları refah ve huzura ulaşamıyor.