Geçen hafta Fransa'da, Fransız sömürgeciliği üzerinde hararetli, ilgi çekici, önemli tartışmalar yaşandı. Fransız Parlamentosu, 29 Ocak 2001'de Türklerin Ermeni soykırımı yaptığını iddia eden bir karar almıştı. 23 Şubat 2005 yasası ise, Fransa'nın gelmiş geçmiş sömürgelerine olumlu bir yönetim getirdiğini belirtiyor. Yakında hangi tarihî kişinin kahraman, hangisinin hain olduğunu kararlaştıran yasalar çıkarsa şaşırmayalım. Bu yasa üzerine kıyamet koptu. Tarih ilminin ve Batı medeniyetinin temelini oluşturan eleştirel düşüncenin (esprit critique) engellendiği, Fransız halkının, gencinin ve çocuğunun aldatılamayacağı üzerinde duruldu. Başbakan Dominique de Villepin (Dominik dö Vilpen), politikacılar tarih yazamaz, tarihçiler yazar diyerek taviz vermek durumunda kaldı. Türk karşıtı olmakla ün yapan İçişleri Bakanı Nicolas Sarkozy (Nikola Sarkozi) bile, Fransa'nın Antiller'deki meşhur sömürge adaları Martinik ve Guadalup'a yapacağı ziyaretten vazgeçti. Fransa, daha yarım asır geçmedi, 1 milyon Cezayirliyi işkenceyle öldürmüştü. Bu ve buna benzer yakın tarihindeki olayları inkâr etmek politikasının sonu olmaz. Zira Fransa, büyük mütefekkirlerin ve hür düşüncenin vatanıdır. Gerçeklerin saklanacağı, halkının sahte ve resmî tarih yazılarak aldatılabileceği bir ülke değildir. Nitekim son olaylar bunu gösterdi. 90 yıl önce Ermenileri güney illerimize nakletmemizi soykırım şeklinde adlandıran, soykırım olmadığını söyleyip yazan Bernard Lewis gibi büyük tarihçileri yargılayıp mahkûm eden Fransa, bu utancı yaşadı. Hâlâ karanlıklarda bocalıyor. Aslında 400.000 Ermeni oyunun tutsağıdır. Politikacılar, bu oyları karşılarına almaya cesaret edemiyor. Irkçılık teşvik görüyor, hortluyor. Fransa, Avrupa Birliği ilkelerine, Kopenhag kriterlerine, kendi şerefli tefekkür geçmişine, hattâ Batı medeniyetinin ümanizmine karşı çıkıyor. Türkiye gibi bir devleti gücendirmekten çekinmiyor.