Haftayı, cumhurbaşkanı kim olacak? konusu ile kapatalım dedik. Çok konuşuldu ve konuşulacak. Ama İran ve Suriye bahisleri kadar gına getirmedi. Cumhurbaşkanlığı konusu, tabii müddetinden çok önce gündeme çıktı. 7 yıl devlet başkanlığı saçmadır. Atatürk anayasasına aykırıdır. 7 yıl, politikada çok uzun, tükenmek bilmez bir zaman dilimidir. Ama erken konuşulmasının asıl sebebi, açıkça yazmaktan çekinmemek gerekir, başbakanlık ve Meclis başkanlığı Erbakan'ın Millî Görüş öğretisinden gelen iki siyasetçi tarafından kapatıldıktan sonra, aynı felsefede bir zâtın Çankaya'ya yerleşmesinden duyulan şüphedir. Bu takdirde, Cumhuriyet'in genel ilkelerinin rahatça ve kolayca ihlâli, ortadan kaldırılabileceği endişesi, hattâ cumhuriyetin yıkılacağı vâhimesi oluşmuştur. Sayın Erdoğan'ın iki ayrı hayat tarzından bahsetmesi, ikisinin de meşru olduğunu söylemesi, Çankaya'da 1923-2007 arasındaki hayat tarzının ilk defa değişeceği vehmini körükledi. Bu endişeler, kuşkudan ibaret sayılsa bile, vatandaşın ancak üçte bir oyu ile tek başına iktidar ve Yüce Meclis'te egemen olduktan sonra, bir de Çankaya'ya çıkılmasındaki açık dengesizlik, demokrasiyi zorlamak şeklinde algılanacaktır. Ancak, Millî Görüş'ten ve Erbakan partilerinden gelmeyen AK Parti'li bir milletvekili, geçen haftaki yazımda saydığım vasıfları taşıyorsa, cumhurbaşkanı olabilir. Genel kabûl görür. Sayın Tayyip Erdoğan ise faal, atılgan, iradeli, birinci sınıf icra adamıdır. İktidar sandalyesinde ve başında ikinci bir dönem kalırsa, Türkiye'yi çağdaş uygarlık düzeyine taşır. Büyük Türkiye gerçekleşir. Tarihe altın harflerle geçer. Gürültü patırdı çıkmaz. Türkiye'yi cumhurbaşkanı değil, başbakan idare eder. Bizim sistemimiz ve parlamenter rejim budur.