Artık provokasyon denen halkımızı kışkırtmak teşebbüsleri, fazlasıyla dikkat çeker hale geldi. Hangi hedef için kışkırtma yapılıyor? Üç ihtimal var: 1)Türkiye'de anarşinin kol gezdiğini ve insan haklarının ihlâl edildiğini sergileyerek Avrupa Birliği ile 3 Ekim müzakerelerini geciktirmek, hattâ Türkiye'yi Avrupa Birliği'nden uzaklaştırmak. 2) Aslında bu suretle AK Parti'yi seçime zorlayarak iktidardan düşürmek. 3) Yoksa her ikisi birden mi? Vatandaşı vatandaşa kırdırıp kan akıtmaya çalışanlar için de üç ihtimal varittir: 1) İç mihraklar, 2) Dış odaklar, 3) İkisi de... Meselâ Fatih Camii maskaralığı, tam bir komedya idi. Aklı en kısa olanlar bilirler ki, Türkiye'ye hilâfeti getirmek için ikinci bir Yavuz Sultan Selim gerekir. Yavuz bu sıfatı nasıl elde etti? Tek seferde bugün üzerinde 11 (on bir) devletin toprakları bulunan milyonlarca kilometre kare ülkeleri ilhak ederek. Yetmez. Bir de bu sıfatı iddia edenin Oğuz Han Mete'nin sulbünden gelen bir Osmanoğlu olması gerekiyor. Bu da yetmez. Böyle bir iddiada bulunan Türkiye, bütün Müslüman devletleri karşısında bulur. Müslüman olmayanların tavırlarını vurgulamaya hacet yok. 6-7 Eylül 1955 faciasının tam 50. yılında halkımızı vuruşmaya ve yağmaya teşvik etmek alçaklıktır. Sorumlu hükûmet ne kadar uyanık bulunsa azdır. Ben Milliyetçi Hareket Partisi'nden de aynı davranışı bekliyorum. 1980 darbesinde maruz kaldığı akıl ve insaf dışı muamele unutulmamalıdır. 6 Eylül'ü saat 20 ile 23 arasında 3 saat İstiklâl Caddesi'nde Taksim'le Tünel arasında volta atarak bizzat yaşadım. Bu inanılmaz olay, liberalliği ve çağdaşlığı milliyetçiliğinden üstün bulunan Demokrat Parti iktidarında gerçekleşti. En kötü günlerde bile asırlar boyu bütün sâkinleri bir arada yaşamış bir imparatorluk şehrinde vuku buldu. Olaydan 2 yıl önce İstanbul'u fethimizin 500. yılını kutlamıştık. Büyük şehir, hiçbir dönemde Türklerin azınlıklara kötü davrandığına, ırkçılık ve din düşmanlığı yaptığına asla şahit olmamıştı. Bu bakımdan bir şey olmaz gafletine asla kapılmamak gerekiyor.