Tanzimat'ın lideri Mustafa Reşid Paşa, diplomat sınıfına açıkça ağırlık veren bir bürokrasi oluşturdu. Çağdaş Türk bürokrasisi budur. Cumhuriyetin kurucuları, bu ekolden yetişen asker ve sivillerdir. Cumhuriyete dayalı milli sınırlara çekilmiş bir Türkiye modeli ise Atatürk'ün fikri ve uygulamasıdır. Reşid Paşa, imparatorluğu dağıtacağı endişesiyle, Türkler'in azınlıkta kalacağı bir Millet Meclisi kurmadı ve anayasa yaptırmadı. Ama Sultan Abdülmecid'e yayınlattığı 1839 Tanzimat ve halefi Âlî Paşa'nın aynı hükümdara yayınlattığı 1856 Islahat hatt-ı hümayunları, anayasa hükmünde idi. Hakan -halife, zorlama olmaksızın kendi iradesiyle, atalarının kullandıkları yetkilerden vazgeçiyor, hükûmet etmiyor, sadece saltanat sürüyor, imparatorluğun birliğini simgeliyordu. 1876'da anayasa da yapıldı. 1908'de Meclis'li yönetim kesinleşti. (Rusya'da ancak 1905-1917 arasında ve büyük fasıladan sonra 1991'de tatbik edilebildi). Atatürk Anayasası, 1961 ve 1982 tepki anayasalarından çok iyidir. Bazı tadillerle bugün de geçerli kılınabilirdi. 61 ve 82 anayasaları, Meclis'in yetkilerini, seçilmemiş, atanmış yargıçlara ve bürokrasiye dağıttı. Siyasi iktidarların yetersizlikleri, bu durumu had (kronik) safhaya getirdi. Yüksek bürokrasinin yönettiği Tanzimat Türkiyesi'nden sonra bu safhaları yaşadık. Şimdi Başbakan Tayyip Erdoğan hükûmeti, Reşid Paşa bürokrasisine son vermek istiyor. Paşamız'ın klasik Osmanlı bürokrasisine son verdiği gibi... Avrupa normları uygulanabildiği takdirde, başarı mümkündür. Aksi takdirde, hele soygun ve hortum sisteminin merkezi Ankara'dan mahalli idarelere geçerse, istenen ve beklenen netice ortaya çıkmaz. Zaten soygun mekanizmasının dişlileri kırılmadıkça, her reform, dejenere olmaya mahkumdur. Brüksel Raporu yayınlandı. Çağdaşlaşmadaki eksiklerimiz gene yüzümüze vuruldu. Önümüzdeki hafta üzerinde duracağız.