İran, atom bombalı bir güç olarak Orta Doğu'da egemenliği hedefledi. Mahmûd Ahmed-i Nejâd'ın (dünyanın birinci devleti olmak) vaadine inancını belirtti. Doğu Akdeniz'de kalmayı ve Körfez'in batısına da uzanmayı tercih etti. Bu tercih, İsrail'le ve dolayısıyle Birleşik Amerika ile yerel veya toptan bir çatışmayı göze almak demek. Zayıf da olsa bir ümit. İkinci defa seçim kazanan Ahmedinejad'ın artık ileri gitmeye lüzum görmemesidir. Seçimi Mîr Hüseyn Mûsevî kazansa idi. ABD ile temasların başlaması bekleniyordu. Mûsevî'nin arkasında, İran'ın en tecrübeli devlet adamı Hâşim-i Rafsancânî vardı ki, evvelki seçimleri Ahmedinejâd karşısında kaybetmişti. Böylece Humeynî rejimini ılımlaştırarak yenileştirmek hareketi, elbette ortadan kalkmadı, fakat ana muhalefette kaldı. Dinî lider Alî Hamaney'in el altından Ahmedinejâd'a destek vermesi ağır bastı diyebilirim (Rafsancânî ve Mûsevî'nin dinî liderliğe karşı oldukları söyleniyordu). Ahmed-i Nejâd, köylüden, şehirlinin yoksul tabakasından, yüzde 13 enflasyonu yüzde 25'e çıkarmasına rağmen, oy aldı. Türkiye'den sonra en büyük Türk nüfus İran'da yaşıyor. Yalnız Orta Doğu'nun hâl-i pür-melâli (acınacak durumu) bakımından değil, bu sebeple de büyük komşumuz İran, bizi birinci derecede ilgilendiriyor. Entelektüel kesim, Mûsevî'ye desteğini devam ettirecek. Ancak hiç bir başkan adayında Humeynî rejiminden vaz geçmek gibi bir düşünce yoktur. İran, o kadar yüzyıllık şahlık dönemini hiç yaşamamış gibidir. Yeni rejimlerin, reformdan ödleri kopar. İran'da rejim Şîa'nın Câferî mezhebine dayanıyor. İran bu mezhebi, Nâdir Şâh Avşar'ın zorlaması ile 1720'lerde benimsedi. Nâdir Şâh Türkmen, ortaya attığı bu yeni mezhebin, Sünnî Hanefi'liğe yakın olduğunu iddia etmişti.