İktidar partisi, eski bir geleneği izleyerek, seçim kampanyasını -resmen değilse bile fiilen- Erzurum'da başlattı. Başbakan Tayyip Erdoğan'a Başbakan Yardımcısı, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül eşlik ediyordu. Halkımıza, Sayın Gül'ün cumhurbaşkanı seçilmesine engel olanlar konusunda şikayette, şekvada bulundular. Sayın Erdoğan; Atatürk'ün, Özal'ın, Demirel'in, Sezer'in seçildiği bir sistemde Gül'ün mahrum bırakılmasından yakındı. Bunun için Anayasa değişikliğine gidilmişti. Artık cumhurun başını cumhurun seçmesi isteniyordu. Yüce Meclis'in getirildiği açmaz, millete karşı uygulanamayacaktı. AK Parti'nin cumhurbaşkanı adayı Gül, halk oylamasında da adaydı. Seçimin bu konu savunularak yürütüleceği ortadadır. Vatanın diğer ucunda, açık deniz üzerinde İzmir'de diğer bir miting yapıldı. İktidar partisi protesto edildi. AK Parti'nin başta laiklik, cumhuriyetin bazı ilkeleri ile çeliştiği iddiası temel fikirdi. Karşılıklı ithamların derinliği, itiraf ediyorum, tarihçi ve Cumhuriyet Türkiyesi'nin en büyük kısmını yaşamış bir gazeteci sıfatıyla bendenizi endişelendirdi. Böylesine ikiye bölünmüş tarafların taviz tanımaz tutumları, vatandaşın yüksek hakemliğine sunulmaya başlandı. Bu tablodan nasıl bir Türkiye'nin çıkacağını bugünden tahmin etmek zor. Adayları gördükten ve son haftaya girdikten sonra ancak ciddi tahminler yapılabilir. Heyecanlı, sevinçli, ümitli, doğru dürüst seçimler yapabilen demokrasileri kıskanmamak mümkün değil. Demek bir yerlerde takılmışız. Bir türlü çağdaş uygarlık düzeyi olan milli hedefimizi gerçekleştirememişiz. Erzurum muhteşem, İzmir haşmetli idi. Manzara şu idi: Bir tarafta Adalet ve Kalkınma Partisi, diğer tarafta Cumhuriyet Halk Partisi'nin baş çektiği onu Demokrat Parti ile Milliyetçi Hareket Partisi'nin nefes nefese izlediği pek çok parti.. Adayları görelim. Partilerin niyetleri belirginleşir. Daha net görüşler açıklamak mümkün olur...