Kıbrıs'ta belirsizlik, 70 milyonluk Türkiye'yi düğümledi. Başka türlü bir yorumu kesinlikle kabul etmeyiz. Ne yapmamız gerekiyor? sorusunun cevabı basittir: Kofi Annan planını müzakereye başlamak. Planı, felsefesi bakımından reddetmek temayülüne katılmıyorum. Elbette tadilini istediğimiz hususları savunacağız. Ama bir yıl önceki kadar şansımız yoktur. Bu şansımızı, hatalı politika ile yitirdik, uçtu gitti, işi bozacak değil, çözüme gidecek makul değişiklikler isteyeceğiz. Planı bütünüyle reddetmek de elbette elimizdedir. Biz, bu yolu sakıncalı buluyoruz. Ambargo yıllarını unutmadık. Gene yaşamak istemiyoruz, Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri bizden çözüm bekliyor. Bizi haklı gören tek devlet yoktur. Müslüman, hattâ Türk devleti bile yoktur. Diplomasimiz, bu kadar beceriksizliğe düşmemeli idi. Zira davanın temelinde haklıyız. Ama bu derecede mutlak bir ittifak karşısında bugün manevra alanımız çok daraldı. Kıbrıs'ta taviz; verdiğimiz halde Aralık 2004'te müzakere tarihi alamazsak, ne olur? Böyle bir ihtimal vardır. Küçük ihtimaldir, fakat yoktur denemez. AB, hem bize karşı görüşlülerin ağır basması, hem bizim Kopenhag kriterlerini yeterince uygulamakta gecikmemiz sebepleriyle meseleyi bir defa daha sallayabilir. Sonuçlarına da katlanır. Zira risk, iki taraflıdır. Avrupa'dan ümit kesen Türkiye'nin davranışı, AB'nin büyük menfaatlerini zora sokar. Böylesine bir krizde bile biz, Avrupa standartlarını kabul etmiş bir ülke olarak, kârlı çıkarız. Ankara'da tepki politikası oluşması muhtemeldir. Statükocularımız dört gözle bekliyorlar ve Kıbrıs'ı yokuşa sürmek için her şeyi söylüyorlar, AB yolundaki reformlarımızdan geri dönülmesini bile isteyebilecekler ve bunları halkımıza, boşa verilmiş tavizler şeklinde sunacaklardır. Ama hem ekonomik, hem demokratik bakımdan, bugünkü çizgimizin gerilerine düşeriz. Kıbrıs'ta vakit öldürmenin sorumluluğu ağırdır. Ne yapacaksak yapalım. Brüksel'de kalleşliğe uğrar, zeka eksikliğine muhatab olursak, biz de Annan Planını uygulamayı erteleriz.