Hafta, Cumhuriyet Başsavcısı'nın, Anayasa Mahkemesi'nde, Adalet ve Kalkınma Partisi aleyhine açtığı kapatma davasına odaklandı. Ciddi bir politik kriz oluştu. Demokrasinin rayından çıkacağı endişesi doğdu. Dünyanın dikkati üzerimize çevrildi. Krizi, Başbakan Tayyip Erdoğan yönetecektir. Başsavcıya ve aynı görüşü paylaşanlara sürekli sert ithamlarla devam edilirse, kriz kızışabilir. Ülkenin önemli işleriyle uğraşıp davanın safhalarına hazır bulunulursa ortam yumuşayabilir. Krizin demokrasi bozulmadan atlatılabilmesi, Türkiye için hayatîdir. Aksi takdirde devlet büyük zarara uğrar ve medeniyet savaşımız bir darbe daha yer. İkinci Meşrûtiyet'in (23 Temmuz 1908) 100. yılındayız. Meşrûtiyet, taçlı demokrasi demek. İmparatorluk ve cumhuriyet dönemleri içinde asırlık demokrasi tecrübesi sonunda ulaştığımız çizgi, Batı standartlarının gerisindedir ve hâlâ kırılgandır. Hani Kopenhag kriterlerini tamamlamış, delip geçmiştik?.. Türkiye'de yeni bir demokrasi krizi, maazallah düşmanlarımızın yüzünü güldürür. Bizi dünki vilâyetlerimizin gerisinde bırakır. Yabancı konsoloslukların kapısında süründürür. Sorumlu her politikacı, kendi kendine, nerede hata yaptım, nerede yanıldık? sorusunu sorabilmeli ve mutlaka doğru cevabını bulmalıdır. Bu husus, Türk bürokrasisi için de ayniyle varittir. Hata olmasaydı, bu çeşit krizler yaşar mıydık? Pazartesi günü, Amerika Birleşik Devletleri başkan yardımcısı Dick Cheney'nin Ankara ziyaretini ele alacağız. Türk dış politikasının direksiyonunu tayin edecek konuşmalar yapılacaktır.