Adalet ve Kalkınma Partisi'nin laikliğe aykırı eylemleri için Anayasa Mahkemesi'nin 11 üyesinden 6'sı kapatma, 4'ü para cezası istedi. Yalnız 1 oy (başkan), böyle bir aykırılık görmedi, tam beraat taleb etti. Kararın açıklandığı akşamın gecesinde ise sayın Başbakan Erdoğan (hiçbir zaman laikliğe aykırı eylemlerin odağı olmayan AK Parti, bundan sonra da Cumhuriyet'in temel ilkelerine sahip çıkacak) dedi. Bu çelişkiyi açıklamak gerekiyor: Başbakan ile Yargı'nın (laiklik) kavramını -hem de hayli- farklı manada algılayıp kullandıkları bellidir. Bir zamanlar laiklik, ilkokul yurtbilgisi dersinde bile (dîn ile devlet'in ayrılması ve birbirinin sahasına karışmaması) şeklinde öğretildi. Bu tarif yanlıştı. Zira Osmanlı'da da Cumhuriyet'te de devlet, din işlerine karışır. Hem de nasıl... 1425'te kurulan ve başka bir Müslüman devlette bulunmayan meşîhat (şeyhülislâmlık) ve hemencecik onun yerine geçirilen Diyanet İşleri, devlet adına dinî faaliyetleri denetler ve düzenler. Her iki dönemde de âmiri sadrazâm/başbakandır. Laiklik Türkiye için -bana göre- şu şekilde tarif edilebillir: Hiçbir yasada, lehte olsun aleyhte olsun bir dinî ilke, mehaz (kaynak) gösterilemez. Laik hukuk budur. İlk defa 1980'lerde Kenan Evren, âyet ve hadîs okuyarak bazı yasaları ve icraatı iyi göstermek istedi. O zamana kadar Cumhuriyet'de görülmemiş şeydi. Sonra bu yol devam etti. Sayın Erdoğan'ın laikliği, partisinin öteden beri açıkladığı şekilde, (din ve devletin birbirlerine karışmaksızın tam bir hürriyet içinde faaliyet göstermeleri) diye algıladığı anlaşılıyor. Halbuki şimdi ulusalcı denen zümre ve kurumların laikliği (dinin devletten ayrılması)ndan başka (Atatürk ve Cumhuriyet inkılâp ve ilkelerinin toplamı, hepsi, özü, özeti, başlıcası, en büyüğü) diye kullandıkları açıktır. Bu kadar şümullü bir teklif, ilme, politikaya, gerçeklere ve uygulamaya uygun değildir, sürekli kavga çıkarır. Nitekim öyle oluyor.