Partilerin seçim propagandaları, genel başkanlarının birbirlerini kıyasıya ithamları hâline dönüştü. Dikkatler üç lider üzerinde toplanıyor: Erdoğan, Baykal ve Bahçeli. Adalet ve Kalkınma, Cumhuriyet Halk ve Milliyetçi Hareket Partileri'nin barajı geçeceklerine kesin gözüyle bakılıyor. O halde aralarındaki bu çekişmenin mantığı nedir? Seçimde alacakları oy oranını yükseltmek çabasıdır. Oy oranı artık, Meclis'e girecek milletvekili sayısı derecesinde önem kazandı. Demokrasinin yazılı olmayan bu kuralı, bütün haşmetiyle hükmünü icra ediyor. Zira AK Parti'nin 2002'de üçte bir oyla üçte iki üye kazanması üzerinde pek çok duruldu. Üç lider arasında gündemi, bâriz şekilde Tayyip Erdoğan belirliyor. İki rakibi, cevap yetiştirmeye çalışıyorlar. Dört buçuk yıllık iktidarın şu icraatını beğeniyorum, burasını iyi yaptı diyen yok. Böyle derlerse, oy kaybedeceklerini hesaplıyorlar. Oy kaybından daha dehşete düşülen husus ise, karşı tarafın oylarını artırmasıdır. Bunu bilen Erdoğan, son haftanın gündemini 2002'de aldığım yüzde 34.4 oyun altına düşersem çekilmeyi düşünürüm diyerek düzenledi. Tek başıma gelemezsem istifa ederim şeklinde çıtayı yükseltti. Baykal ve Bahçeli bu sözlere sarıldılar. Belki meslektaşları, arkadaşları Erdoğan'ı cevapsız bırakmayı siyasî nezakete aykırı buldular! Yanlış tabir kullanmadım. Abartmadım. Bu üç seçkin politikacı, iki hafta sonra kafa kafaya verecekler, Türkiye'ye yakışan bir cumhurbaşkanı adayı üzerinde anlaşacaklar. Demokrasimizi rahatlatacaklar. Kavga edeceklerini, anlaşamayacaklarını sanmıyorum. Zira iki ay sonra ikinci bir genel seçim, Türkiye Cumhuriyetini çökertir. Gerçek politik tecrübenin eşiğinde bulunsalar bile yeni milletvekilleri de, böyle bir kaos oluşmasına rıza göstermeyeceklerdir.