Belli başlı siyasî partilerimizin genel başkanlarını politika dışına atmak teşebbüsleri eskiden de vardı. Ancak son zamanlarda fazlaca dikkate değer hâle geldi. Bu işleri kimler yapar? Doğru bakılıp doğru çözülmesi pek karmaşık bir konudur. Hem iç, hem dış mihraklar mevcuttur. Hangisi hangisine bağlıdır zincirini çözmek, müşkildir. Çok defa yanıltıcı tahliller yapılır. Şurası muhakkak ki, eylemi yapanlar, gerçekte hangi güçler tarafından angaje edildiklerini bilmezler. Bir düşününüz, Türkiye'de demokrasiyi yıkmak, ne kadar çok devletin işine gelir. Tehlikeli bir suikast tipi, önce basit bir girişimde bulunup failini yakalatmak şeklinde olur. Bu başarı ile gevşeyen güvenlik elemanları, az sonra asıl güzel düzenlenmiş ve sonuca ulaşan fiille karşılaşırlar. Maazallah... Partileri, mahir avcıların yaptıkları gibi, başından vurmak işi, mutlaka liderin hayatına suikasd ile olmaz. Saygınlığını zedelemek, bıktırmak, komplolara maruz bırakmak, oy ve tarafdar kapasitesini daraltmak da, geçerli yoldur. Taze örnek, Deniz Baykal'dır. Üzerine saldırtılmayan tip kalmadı. İlk zorlu saldırılar sonuç vermeyince, en gülünç ve iğrençlerine kadar baş vuruldu. Okuyucularım bilirler, bendeniz tam demokrasiye, ırkçı olmayan milliyetçiliğe, muhafazkârlığa, liberalliğe, milli kültür hiç ihmal edilmeksizin Batı uygarlığına inanırım. Sosyalizm ile hiç ilgim olmadı. Ama demokrasilerde güçlü bir sosyal demokrat partinin mevcudiyetinin ve hiç olmazsa üç dönemde bir iktidara gelmesinin veya katılmasının zaruretini biliyorum. Başbakana son yapılan suikast teşebbüsü, tek kurşunla iki hedefi vurmak gibi görünüyor. Ama birinci hedefin Milliyetçi Hareket Partisi ve bilhassa genel başkanı Devlet Bahçeli olduğu ortadadır. Bir takım mihraklar, belli başlı partileri başından vurup kendi kafalarına göre adamlar getirmek peşindeler. Bana öyle geliyor. Daha Doğru Yol ve ANAP'a kadar inilmedi. PKK'dan emir alan partiler zaten demokrasiye aykırıdır. Bu konuda kitaplar yazılabilir. Ama sütunum sona erdi. İzninizle huzurunuzdan çekiliyorum.