İki hafta önce şöyle yazdım: Lübnan'a asker göndermemiz sakıncalı, göndermememiz daha sakıncalıdır. Bugün de böyle düşünüyorum. Yarın için söz veremem. Olayların gelişmesine göre fikrimi şu veya bu istikamette değiştirebilirim. Bu, konunun karanlık, tehlikeli, kararsız, değişken olması demek. Lübnan'da işimiz yok diyen Sayın Cumhurbaşkanı haklıdır. Mutlaka gitmeliyiz diyen Sayın Başbakan da haklıdır. Askeriz, git denirse gideriz diyen Sayın yeni Genelkurmay Başkanı da haklıdır. Nasreddin Hoca fıkrasına dönüştüğü için özür dilerim. Bu vesileyle 13. yüzyılımıza şeref veren, milletimize neşe getiren, zihinlerimizi açan üstatlar üstadı büyük bilge hümanistimizi andık. Bu coğrafyada söz sahibi olmak iddiasında isek, sınırlarımıza kapanıp başımızı kuma gömerek rahavete dalmak istemiyorsak, Lübnan'da askerimiz olmalıdır. Tam teçhizatlı, kendini savunmaya muktedir, muharip bir birlik... Kolunda Kızılay bantlı asker olmaz. Şöyle yapalım: Diğer yabancı birlikler içinde en müsellah olanını inceleyip aynı ölçüde silahlanalım. Fransa'yı dikkatle izleyelim. Fransa, Lübnan'ı, Levant (Lövan) dediği Doğu Akdeniz'deki uzantısı, frankofon bir ülke sayar. 2000 asker, olmadı 200, şimdilik 1000, 15000 fazla, pardon çok az... gibi manevraları, ülkeyi kavramak politikasının safhalarıdır. Hedef, -maazallah- Bosna'daki gibi, başkomutanlığı alıvermektir. İtalya'yı atlatmaya, Türkiye'yi kenarda bırakmaya çalışıyor. Avrupa Birliği ise, Lübnan'a asker göndermeye karar vermiştir. Lübnan ordusu 15.000 jandarmadan ibarettir. Güç, Şii Hizbullah örgütündedir. İsrail, İran'la savaş provası yaptı, Hizbullah'ı söküp atmak şöyle dursun, daha yerleşik hâle getirdi. Washington'un ne kadar az sesinin çıkması da dikkat çekti. Lübnan'ı İran'ın, Suriye'nin, İsrail'in, Fransa'nın elinden kurtarmak, zor bir iştir. Lübnan'da Türk askeri, o kadar az devletin ve grubun hoşuna gidecektir ki... Tarih bilenler, Orta Çağ'da 200 yıllık Haçlı Fransız egemenliğinden sonra Türklerin bu küçük ülkeyi 1291'den 1918'e kadar bırakmadıklarını hatırlayacaklardır. 7. İngiliz tümeni ve denizden Fransız savaş filosu karşısında Beyrut'u boşaltmamız 8 Ekim 1918 günüdür.