Beklemek, Türk milletine mahsus bir zevktir. Sonsuz keyif alırız da, neyi niçin neden nasıl beklediğimizi fazla düşünmeyiz. Bu hasletimiz, Washington'da espri konusu bile oldu. Yüce Meclis'in Ekim'de açılmasını bekliyorsak, önümüzde koskocaman iki ay var. Bu müddet içinde Japon'undan İtalyan'ına, İspanyol'undan Ukraynalı'sına kadar askerî birlikler, Irak'ta yerleşecekler. İster misiniz, dünyanın en gelenekli ordularının başında geldiği halde, göndereceğimiz birliğimize Irak'ta yer ve ihtiyaç kalmasın!!! Nitekim çok bilge kişiler olan şanlı atalarımız sona kalan dona kalır demiştir. Dünya hadiselerini, yanıbaşımızda cereyan etse bile, ucundan kuyruğundan, bitişe yakın izlemek, millî politikamız hâline geldi. Dış olaylar ve gelişmeleri, millî mahkemelerimiz değildir ki, istediğimiz kadar bekletelim. Bugün artık Irak'ta meselâ bir Polonya kadar sözümüzü dinletmemiz, ancak çok akıllı bir siyaset takibine bağlıdır. Dostumuz Polonya'nın, Irak'la bizim ilgimizin yüzde biri kadar ilişkisi yoktur. Ama Varşova da, pek çok başkent de, Irak meselesi olmadığını, Pax Americana'ya dahil edilmek veya dışlanmak bahis konusu bulunduğunu hemen kavramıştır. İtalya ve Japonya, Nikaragua ve Moğolistan da kavramıştır. Biz, Birleşik Amerika'ya çalım atmayı tercih ettik. 6. ve 7. Uyum Paketleri'ni dirayet ve ferasetle çıkartarak tarihe geçen 22. Türkiye Büyük Millet Meclisi, bir tezkereyi oyladı, bunun parçası olan ikinci tezkere de yeterli nisâbı bulamadı (bir tefsire göre başkanlık divanı, nisâb için yanlış karar verdi.) Kuzey Irak'taki iki aşiret reisi bayram etti. Türk devletinin dış politikası bozuldu. Rayından çıkan bu politikayı makul yola çevirmek, bugün hükûmetimizin birinci sorunudur. Washington pas verdi, IMF üzerimizdeki boğucu baskısını gevşetti. Daha ne bekliyoruz?