Ne oluyoruz? diyen okuyucularım çoğaldı. Kimseyi memnun bırakmayan bu tip yazı yazmaktan çok hoşlanmam. Ama gündemden kaçmam da mümkün değildir. Okuyucu fevkalâde uyanıktır, yazarın kaçamağa saptığını hemen anlar. Pek uzun tecrübeme dayanarak söylüyorum, çok da kızar. Bir şeyler olmadığını iddia edemeyiz. Devekuşu politikasına giren kaybeder. Durumu, bölücülüğün ve irticaın hortladığı şeklinde anlayanlar var. İktidar partisinin ve hükûmetin icraatına takılanlar daha çok. Şikâyetlerin şu sırada yoğunlaşmasının sebebi, hiç şüphesiz, 3 Ekim'in yaklaşmasıdır. Avrupa Birliği içinde geleneksel devlet anlayışımızın zedeleneceğini düşünenlerimiz vardır. Ama daha çok, 3 Ekim'de güzelce müzakerelere başladığımız takdirde AK Parti'nin güçleneceğinden endişelenenler mevcuttur. Avrupalılar'ın kıvırtmaları, bu muhalif kesimlere fırsat oluşturuyor. Avrupa müktesebâtı paralelinde haklar isteyen Kürt asıllı vatandaşlarımız ise, mayından sonra otobüs metodu ile, harekete geçirildiler. Harekete geçirilenler değil, geçirenler bile ipi kimin çektiğinden habersizdir. Talepleri yerine getirilen ve getirilmek üzere bulunan bu vatandaşlarımızı kısıntılar ve sınırlamalara maruz bırakıp rahatsızlık çıkarmak isteyenler, hiçbir zümrenin hayrını akıllarından bile geçirmiyorlar. Kendi hedefleri için herkesi her şekilde kullanabiliyorlar. 3 Ekim'de rahatça Brüksel'de masaya oturan hükûmet, 2006 sonbaharında seçime gidebilir. Ama karşı taraf, 2006 baharını bile geç bulan bir sabırsızlık içindedir. 2007 sonbaharı mı? Ben 5 yıla hiç inanmadım. Birtakım egoist arkadaşlar vaktiyle, fazla düşünmeden 5 yıl yaptılar. Demokrasiyi çok zorladılar. Öyle ki şimdiki Meclis'te mevcutları sıfırdır. Özetliyorum: 3 Ekim'de bir aksaklık, hükûmetin tutumundan değil Avrupa'dan kaynaklansa bile, girmek üzere bulunduğumuz sonbaharda seçimi zorlamaya başlar. Rahatsızlıklar artar. Rahatsız bir Türkiye isteyen dış mihraklar, her zamanki gibi faaliyettedir.