Reform yeteneği kısıtlı olduğu için çağına uyum sağlayamayan devletlerin başına her şey gelebilir. Çarpıcı örneği Osmanlı İmparatorluğu'dur. Öz dinamiklerini harekete geçiremedikleri için, dış baskılara maruz kalırlar. Statükocu yönetimler üstelik statüko rehavetini ve zihniyetini kitlelere de yayarlar. Dünya nimetlerinden gittikçe mahrum kalan toplumda memnuniyetsizlik sürekli artar. Tarih ilminin yukarıda özetlediğim kanunu, bugün Türkiye Cumhuriyeti'nde dehşet vermeye başlayan olanca ağırlığıyla hüküm sürüyor. Tane ile tablet ve draje dağıtmaya kalkışmak gibi uygulanamaz fikirleri tasarruf tedbiri sanan bir hükûmet, ancak prestij kaybeder. Zam yapmak ve vergi arttırmak ötesinde elinden bir şey gelmeyen iktidar, vatandaşın en olumsuz duygularına muhatab olur. Son kriz, Türkiye'yi bir kat daha yoksullaştırdı. Ama bu krizde on milyarlarca dolar, el değiştirdi. Bu kârı havada kapan çok küçük bir zümre üzerinde hiçbir operasyon yapılamadı. 16 kişilik bakanlar kurulu kuramayan, 400 milletvekili sayısına yanaşmayan insanlar, Devlet Reformu'na nasıl akıl erdirebilirler? Bizi almazlar sloganıyla, köhne devleti ve bugün Çin'de bile uygulanmayan bürokrasiye boğulmuş bir ekonomik sistemi sürdürebilmek endişesiyle, uygarlık ve çağdaşlık çizgisine ulaştıracak reformları engellemeye çalışanları dinlemeye devam ettiğimiz takdirde işimiz iştir. Evvelsi gün Ottawa'da üyesi bulunduğumuz G-20 toplantısında, dün Washington'da, Türkiye'nin dertlerine deva arandı. Ekonomi kıpırdanıyor, silkinmeye hazırlanıyor. Öz irademizle başımıza yepyeni bir belâ açmazsak, bu kadarcık bir dirayet gösterebilirsek, krizden çıkıyor gibiyiz. Ancak bu olumlu ihtimal gerçekleşse bile Türkiye'yi kurtarır mı? Kesinlikle hayır! Çok geçici bir müddet için nefes almamızı sağlar, işte o kadar!..