Taliban'dan önce de Afgan milleti ve devleti vardı. Taliban'dan sonra da olacak. Nevzuhur bir çete kimliğiyle ülkeye cebren el koyan Taliban, dîn-i mübîn-i İslâm'a terör lekesi bulaştıran bir teşekkül değerlendirmesiyle tarihe geçecek, önümüzdeki haftalarda silinip gidecek. Bir çok kıt'anın pek çok ülkesinde kendisini ABD'ye karşı cihada memur zan ve ilân eden el-Kaaide örgütü de dağıtılacaktır. Ancak terör ile mücadele, uzun vadelidir. Diğer insanlık suçları gibi tamamen ortadan kaldırılması imkânsızdır. Yeni teşkilâtlar, yeni simalar, terörü sürdüreceklerdir. Biyolojik, hattâ nükleer terörizm teşebbüsleri bile ihtimal dahilindedir. Türkiye, 60 Müslüman ülke arasında demokrasi ile yönetilen tek devlettir. Çok köklü devlet tecrübemize, o kadar millî deneyimimize rağmen, bizde hayli kafanın demokrasiye şu veya bu sınırı koymak sevdasında bulunduğu düşünülürse, kolay bir rejim olmadığı anlaşılır. Elbette başka rejimlerle yönetilen devletlerin de yaşama hakkı vardır, münakaşa bile edilemez. Ama, petrol ve gaz zengini bulunsalar bile bu ülkelerin, 21. yüzyıl dünyasında ikinci sınıf muamelesi göreceklerinden eminim. Türkiye'nin demokrasisi ve din ile devlet konularını ayırabilmesi, bunları başaramıyanları kıskandırmakta, hattâ kızdırmaktadır. Bu gerçeği hatırdan çıkarmamak gerekir. Dışişleri Bakanımız'ın Washington temasları ve Genelkurmay İkinci Başkanımız'ın evvelki günki kesin beyanatı, Türkiye'nin bu savaştaki yerini açıkladı. Zaten Çarşamba günü Brüksel'de toplanan NATO savunma bakanları, New York-Washington eylemini, ABD'ye taarruz şeklinde tarif etti. Ankara'nın atak olduğu derecede dikkatli olması, sağlam projeler üretebilmesi şarttır. Körfez Savaşı benzeri büyük zararlara uğramak istemiyoruz. Çok aktif bir dış politika istiyoruz.