Haftanın gündemi, rakipsiz şekilde Kafkasya Savaşı idi. Tarihteki pek çok savaş gibi ansızın, beklenmedik şekilde patladı. Epey zayiat gerçekleşti. Ama kısa sürdü. İnşallah sona erdi. Petrol savaşının bir evresi (safhası) değerlendirmesiyle tarihe geçti. Bununla beraber, Kafkasya'daki çarpışmalar ve hava taarruzları ile petrol savaşı sona ermek şöyle dursun, daha bu cihanşümul çekişmenin başlarındayız. Temenni edilir ki ortalara yaklaşmış bulunalım. Savaşın, tarihin netameli coğrafya parçalarından biri olan Kafkasya bakımından da ağırlığı var. Nasıl olmasın ki, Kafkasya denen geniş ülkenin kuzey parçası Avrupa, güney parçası Asya kıt'alarındadır. Kuzeyde, Rusya federasyonuna bağlı otonom cumhuriyetler sıralanmıştır. Her biri ayrı bir Kuzey Kafkas kavmini içeriyor. Güneyi ise, 80 yıl öncesine kadar gene Rusya'ya bağlı iken şimdi 3 devlet arasında paylaşılmıştır (Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan). Ermenistan, diğer ikisiyle kanlı bıçaklıdır. Türkiye'ye gelince, her çağda Kafkasya ile birinci derecede ilişkilidir. Aynı derecede Balkanlar ve Orta Doğu ile de ilgilidir. Bu bakımdan jeostratejik pozisyonumuz emsalsiz sayılıyor. Üç tarafımızdaki bu birbirine benzemez coğrafyalar dışında, kuzeyde Karadeniz komşumuz Rusya, doğuda İran gibi iki iddialı devletle beraber yaşıyoruz. Çevremizi çok iyi kollamamız, hatalardan kaçınmamız, akıllı davranmamız, ideolojik saplantılardan uzak durarak Türk'e zarar vermekten kaçınmamız gerekiyor. Askerî, politik, kültürel bakımlardan gözümüzü dört açmamız şarttır. Kemah'ta kahpe mayınlara basan 9 şehidimiz yüreğimizi dağladı. Türkiye yastadır. Silahlı kuvvetlerimizin ve yüce milletimizin başı sağ olsun! Asrımıza damgasının vuran, çok alçakça cereyan eden bu pis terörle savaştan bir an önce kurtulmak için ne yapsak doğrudur. Olağanüstü önemli iki konuyu, Başbakan Erdoğan'ın Moskova ve Tiflis ziyaretleri ile İran Cumhurbaşkanı'nın Cumhurbaşkanımızla görüşmesini, pazartesinden itibaren ele alacağız.