Suudi Arabistan Kralı Abdullah'ı uğurlamamız, ardından çok ses getirdi. Petrolün varilinin 30 dolardan 90'a doğru hızla yol aldığı kısa dönemde 1 trilyon dolar biriktirmiş bir devletin mutlak hükümdarına gösterilen ilgiyi ben çok görmedim. 8 yıl o ülkede çalışmış Cumhurbaşkanı Gül elbette Suudi mütehassısıdır. Melik Abdullah, ağabeyi Kral Fahd'ın uzun rahatsızlığı yıllarında niyâbeten devleti yönetirken veliahdliğinde ABD karşıtı bilinirdi. Hiç değilse Washington'la mesafeli idi. Bugün dünya şartları yeniden ABD-Suudi yakınlaşmasını zorunlu kıldı. Nitekim Sarkozy ile Merkel de, Amerika'ya karşı üslûp değişikliğini vurguladılar. Washington'a yaklaştıkça yaklaştılar. Kralın ardından İsrail cumhurbaşkanı politika kurdu Şimon Peres ve Filistin cumhurbaşkanı Mahmud Abbas... Bu zıt ikilinin ziyaretlerini, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde beklenen nutuklarından sonra değerlendirmem doğru olur. Sayın Erdoğan'ın ve Sayın Gül'ün, Yahudi-Arap ve İsrail-Filistin anlaşmazlığını çözmek için olağanüstü samimi ve kararlı teşebbüslerine şimdi Sayın Köksal Toptan da iştirak etti. Keşke sonuç alınabilse... Biribirlerine o derecede ters bir bakış ki, ayrı annelerden doğan Hz. İsmail ve Hz. İshak ile başladı desem, beni kınamayınız. 3850 yıl oldu. Hz. İbrahim aşkına barışırlar, Türkiye'nin gayretlerinden mahcub olurlar diye ümidimizi muhafaza edelim. Orta Doğu'nun çok aktüel şahsiyetlerini Ankara'da ağırlarken, mahut 8 er'in tutuklanması, gündemin başına oturdu. Durumdaki -çok âşikâr- tersliği, 8 er olayını duyduğum dakika (saat değil dakika) anlamıştım. Ama, düşük yoğunluklu fakat iğrenç bir savaş içinde bulunduğumuzu unutanlar, ümanist bir edebiyat tutturdular. Askerî mahkeme (eski deyimle dîvân-ı harb) kararını bekleyelim...