Anayasa Mahkemesi'nin, Adalet ve Kalkınma Partisi için Cumhuriyet Başsavcısı'nın açtığı davanın kararını vermesi üzerinden aylar geçti. Gerekçesini ise her an bekliyoruz. Üzerinde epey konuşulacaktır. Anayasamız gibi devlet mekanizmamız da, yer yer eskimiş, yıpranmıştır. Zamanında ıslah edememişiz. Zira reformlardan hiç hoşlanmayız. Hatta nefret ederiz diyebilirim. Alışkanlıklarımızın esiriyiz. Zamanında yenileşemediğimiz için uğradığımız zararların haddi hesabı yoktur. Bu zararlar bize vız gelmiş, hepsini göze almış, ancak reform denen harekete ısınamamışızdır. Günümüzden bahsetmediğimi sayın okuyucularım elbette anladılar. Asırlardan beri böyleyiz. Devam ediyoruz. Son Millî Güvenlik Kurulu toplantısında, terörle mücadelede sivil otoriteye ağırlık veren kararlar alındı. Bir İç Güvenlik Genel Sekreterliği (veya müsteşarlığı) ve buna bağlı İç Güvenlik Yüksek Kurulu kurulacak. Emniyet Genel Müdürlüğü ise müsteşarlık olacak. Tanzimat döneminde imparatorluğumuzda zâbıta nezâreti (bakanlığı) denen polis, doğrudan sadâret denen başbakanlığa bağlı idi. 1908 Meşrutiyeti'nde emniyet müdîriyyet-i umûmîliği adını alıp dâhiliye nezâretine (içişleri bakanlığına) bağlandı. Cumhuriyet rejimi bu statüyü korudu. Teröre ait konularda koordinatörlük görevini yapacak İçişleri Bakanı'na başbakan yardımcısı sıfatı verilecek. Bu vurgulama konuşulmaya değer. Dışişleri Bakanlığı daha az mı önemli? gibi sorular doğurur. Her bakan zaten başbakanın yardımcısıdır. Terörü etkisiz hâle getirmek, savaş hariç, bir devletin en hayatî ve âcil meselesidir. Mutlaka kazanılması gerekir. Huzursuz devlet, yıpranır ve gelişme hızından mahrum kalır. Terör konusunda eksiğimiz varsa -ki böyle deniyor- telâfisi şarttır. Elinde silâh dağa çıkan, belinde bomba şehre inen kişi, derhal yok edilir. Bütün dünyada böyledir. Ama terörü kurutmak için, kaynaklarına inmek lâzım. PKK terörünün kaynağı Kürt meselesidir. Kürt meselesi çözümlenmezse, PKK ortadan kalkar, derdimiz sürüp gider.