Yahyâ Kemâl Beyatlı, 2 Aralık 1884'te -şimdi Makedonya'nın başşehri zamanın Türk kültür merkezlerinden- Üsküb'de doğdu. 1 Kasım 1958'de 74 yaşında -tarihimizin bütün coğrafyalardaki en büyük Türk kültür beldesi olan- İstanbul'da öldü. 1 Kasım günü ölümünün 52. yıl dönümü idi. Önümüzdeki 2 Aralık günü de doğumunun 126. yıl dönümü olacak. Yahyâ Kemâl, bütün Türk dünyasında, bütün Türk lehçelerinde şiir söyleyen şairlerin en büyüğüdür: Türkçe'nin en büyük şairi. Rumeli akıncı beyleri ailelerinden Şehsüvâr-zâdeler'dendir (şehsüvâr=atlı bey). Dehâ sahibi şairlerimizden Leskofçalı Galib Bey (1829-1867), Yahyâ Kemâl'in büyük amcasıdır. ORDİNARYÜS PROFESÖR Yahyâ Kemâl, 9 yıl, hiç Türkiye'ye uğramaksızın Paris'te oturdu (1902-1912) (Atatürk gibi ancak 17 yaşında Rumeli'den İstanbul'a gelmiştir). Çok iyi Fransızca ve Farsça öğrendi. Melâmî muhibbidir. Hiç evlenmedi. Hayatında -kiralık da olsa- hiç evi, dairesi olmadı. Hiç eşyası yoktu. 1912'de İstanbul'a geldiği zaman Hâmid şâir-i âzam (en büyük şair) idi. Fikret ve Cenâb büyük şairlerdi. Âkif ve Hâşim aynı çizgiye erişmek üzereydi. 11 yıl İstanbul'da profesör (1912-15) ve ordinaryüs profesör (1915-23), Lozan konferansında müşavir, 15 yıl milletvekili, 10 yıl elçi (Varşova, Madrid, Lizbon, Karaçi) oldu. Hayatında tek kitabı bile basılmadı. Şiirlerini, yazılarını, mektuplarını Nihat Sâmi Banarlı, ölümünden sonra, görülmemiş derecede özenli bir şekilde 10 cilt hâlinde yayınladı. Sürekli basılıyor. Türk edebiyatının büyük klasikleridir. Yahyâ Kemâl, Türk, Fars ve Fransız (bilhassa 19. asır Fransız) şiirini bütünüyle okumuştu. Hâfızası engindi. Yazmayı değil, konuşmayı seven büyük sohbet adamı (mîr-kelâm) idi. Tarih, bilhassa Osmanlı ve Fransa tarihi bilgisi eksiksiz, hattâ şaşırtıcı idi. Bütün dâhîlerdeki gibi tenkıyd (eleştiri, kritik) yeteneği son haddinde idi. Eleştirir, fakat takdîr ve tebcîl etmesini de bilirdi. Ne Osmanoğulları'na, ne İttihadçılar'a, ne Atatürk ve İnönü'ye asla dalkavukluk etmedi. Ama hepsiyle barışıktı. Yahyâ Kemâl, Mütâreke döneminde (1918-1922), İstanbul basınında en anlamlı, en derin, en patetik yazıları ile Ankara'yı ve Millî Mücadele'nin lideri ve başkumandanı Mustafa Kemal Paşa'yı ivazsız tâvizsiz destekledi. Yazılarını her hafta Birinci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin şanlı milletvekilleri gözyaşlarını akıtarak okudular. İstanbul büyük basınında, İngiliz baskısındaki İstanbul hükûmetini değil, Ankara'yı destekleyen elbette Yahyâ Kemâl'den başkaları vardı. Ama sonrası için Yahyâ Kemâl, tektir, yegânedir, biriciktir, şöyle: Mustafa Kemal Paşa İzmir'e girdi, Yahyâ Kemâl ondan sonra ve Atatürk'ün ne hayatında, ne ölümünden sonra, Atatürk hakkında, lehinde veya aleyhinde tek satır yazmadı, tek mısrâ söylemedi. Atatürk de, İnönü de, Bayar ve Menderes de ondan böyle bir şey beklediklerini ima bile etmediler. TÜRK MİLLİYETÇİSİ Yahyâ Kemâl, Türk milliyetçiliğini en iyi kavrayan, anlayan ve anlatan fikir adamıdır. Kendisini keşfedip himaye ettiği için minnettâr olduğu Zıyâ Gökalp gibi, Türk'e hedef olarak köy folklorunu değil, en yüksek çizgideki İstanbul medeniyetini, kültürünü, estetiğini gösterdi. Bütün büyük medeniyetler, vaktiyle köyden ve aşîretten çıkıp gelişmiştir. Osmanlı kültürünü reddedip tekrar köye dönmek çıkmaza girmektir. Zaten öyle oldu. Yahyâ Kemâl, Gökalp gibi milliyetçilik fikirlerini bir veya birkaç kitapta toplamadı. Uzun vâdeli, derinlemesine bir misyona girmeyi tercih etti. Elbette Y. Kemâl'i okumak ve ne dediğini düşünerek anlamak, Gökalp'in klişe hâlinde basitleştirdiği tavsiyelerini benimsemekten çok daha zordur. Ama büyük Türk kültürünü oluşturmak için başka çare yoktur. Bu zora katlanamayanlar çoğunluktadır. Bununla beraber yüksek kültüre, en gelişmiş ülkelerde bile belirli ve dar bir kitlenin eriştiğini kabûl etmek gerekir. Yahyâ Kemâl, Rumelihisarı'nda, bütün Türk tarihinin en büyük şahsiyeti olan (Atatürk böyle demiş ve Âfet İnan'a yazdırmıştır) Fâtih Sultan Mehmed'in gölgesinde, akıncı cedlerinin ihtirasını duyup açık denizin şekvâsını dinleyerek, Türk medeniyetinin özü ve Türk'ün en yüksek estetik çizgisi saydığı Boğaziçi'ni tepeden seyrederek, rindlere mahsus bir huzûr içinde yatıyor.