Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Avrupa turunda, gayet gerçekçi konuştu. Hakikatleri vurguladı. Hem Avrupa'ya, hem Türkiye'ye hatırlattı. Türkiye'yi 41 yıl Avrupa kapısında bekletmenin bilhassa Avrupa bakımından vahametinden bahsetti. 41 yıl öncesi 1961'dir. Halbuki bu tarih, rahatça 1959'a çekilebilir. 1959'da Adnan Menderes, Ortak Pazar'la ilk ortaklık ilişkisinin nüvesini kurmuştu. 1963'te bambaşka bir felsefenin adamı olan İsmet İnönü, Roma Anlaşmasına imza koydu. Ortak Pazar'ın müstakbel üyesi olacağımızı kesinleştirdik. Sonra ipe un seren taraf, itiraf edelim, Avrupa değil. Biziz. Türkiye'yi Moskova'dan alçakça estirilen rüzgârlar kaplamıştı. Bu ülkeyi kan gölüne çevirip 6 ayrı cumhuriyet hâlinde Sovyetler Birliğine üye yapmaya hazırlanıyorlardı. Tabii patronaj Rusya Cumhuryeti'nde olacaktı. Bunun bol hemoglabinli bir ihtilâl ile gerçekleşmesini istiyorlardı. Oğulun babaya silâh çektirdiği, hizmetçilerin Çankaya'da ve Elmadağı'nda daire paylaştıkları günlerdi. Ampul ve Türk sigarası karaborsaya düşmüştü. Böylesine bir ülke nerede, o zaman Ortak Pazar denen Avrupa Birliği nerede?... Çıtalar bugünkü gibi yüksek değildi. Türkiye'nin çok gerisindeki ülkeler, o alçak çıtadan atlayıp, kırkar ellişer milyar dolar harçlık da alıp, içeriye atlayıverdiler. Biz bunları unutmaya çalışıyoruz, neden hatırlatıyorsun? diyecek okuyucularım bulunduğunu elbette biliyorum. Maksadım şu: Aralık 2004'te Türkiye Cumhuriyeti bir tarihî kazaya uğrarsa, bunun 'neden, nasıl ve niçin'leri, artık bütün ayrıntıları ile kaleme alınacaktır. Avrupa'nın sinsiliği ile yetinilmeyeceği, bizim ne haltlar karıştırdığımız şüphesiz araştırılacaktır. Gürültü büyük ve sürekli olacaktır. Dengeler değişecektir. Onun için çok yaklaştık. Şu son aylarda, haftalarda, birtakım cılkı çıkmış akl-ı evveller, Türkiye'nin Avrupa yolunu torpillemeye çalışmasınlar. Sakın ha... Bu iş, o kadar büyük, o derecede muazzam bir tarih dönemeci ki, öyle AK Parti meselesi falan değildir. Hiçbir partinin ve zümrenin meselesi değildir. Hepsinin temel meselesidir.