1980 öncesi üniversitelerimiz, anarşi yuvası idi. Çok terörist, çok komünist, çok bölücü yetiştirdi. Hocalarımız, fakültelerini yönetemediler. Millî şuur veremediler. Sendikalarımız, TRT gibi özerk kuruluşlarımız, anarşi içinde yüzüyorlardı. 1961 anayasası gibi 1982 anayasası da asker tarafından yaptırıldı. Her ikisi de Atatürk anayasasının aksine, yasama ve icranın (TBMM ve hükümetin) yetkilerini acayip şekilde kısıtladı, seçilmemiş, atanmış, memur kuruluşlara verdi. Milli irade sınırlandı. Demokrasi bozuldu. Devlet başkanının hanedandan değil seçimle geldiğini gösteren rejimin adı olan Cumhuriyet, demokrasi ile eş anlamlıdır denerek millet aldatıldı. Bugün üniversitelerimizde anarşi devri kapandı. Ancak ilmî seviyenin çok düştüğünden şikayet ediliyor. Doğrudur. Üniversitelerimiz yüksek okul, öğretim üyeleri yüksek okul öğretmeni durumundadır. 3 sebepten dolayı: Yoksulluk, yoksulluk ve yoksulluk... Gerisi lâf-ü güzâftır. Türkiye, yoksulluk çemberini kıramadı ki, demokrasiye geçişte zorlanmasının sebeplerinden biridir. Öğretmenimize ayda 500 ve profesörümüze 1000 dolar veriyoruz. Rezilliktir. Bu para ile öğretmen nasıl geçinir, profesör nasıl araştırır, eser verebilir? Telif ücretleri rezalet çizgisini aşmış, kepazeliğe dönüşmüştür. Babasından bir şey kalmayan, eşi de çalışmayan öğretmen ve öğretim üyesi, açlık sınırındadır. 15 yıllık bir öğretmen Türkiye'de yılda 4.608 dolar, İsviçre'de 60.504 dolar alıyor. Tayland'da (Siam) bile 15.759 dolar alabilmektedir. Bu yoksullukta ilim, araştırma, inceleme, telif, kitap, keşif, fikir mümkün değildir. Öğretim berbattır. Türkiye, anadilini (Türkçe) öğretmeden lise diploması veren dünyanın tek ülkesidir. Birkaç yüz çarpık kelime ile tefekkürün 't'si mümkün değildir, hiçbir fikir üretilemez. Öğrenci sayısı şiştikçe şişmiştir. Üniversite ve okullarımıza, millî gelir ve bütçede her yıl daha tehlikeli oranda az pay vererek Türkiye, dünya devletleri arasında en geridedir. Eğitime verilen bu pay nasıl oldu da bu çizgiye geriledi? Problem budur.