Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi, Yunanistan ve Türkiye'ye, karşılıklı Avrupa Birliği standartlarında insan haklarına uyarak davranmalarını tavsiye kararı alıyor. İki taraf da 1923 Lozan Anlaşması hükümlerini aşsın istiyor. Tam da Kıbrıs'taki ikili müzakerelerin şu veya bu şekilde sona ereceği günlerdeyiz. Ankara öteden beri Atina'nın mızıkçılıklarından yaka silktiği için, Lozan'dan uzaklaşacak bir değişime karşı şüpheli davranacaktır. Ama bu şüpheyi kafamızdan atıp, Lozan'la ilişkisi bulunmayan hususlarda yerine getirebileceklerimizi gerçekleştirmek centilmenliğinde bulunabiliriz. Bu takdirde Atina'dan yıllar boyu sürüncemede kalan taleplerimizi daha güçlü vurgulayabiliriz. Batı Trakya Türk azınlığının gördüğü muamele, AB standartlarından pek çok uzaktır. İnsan haysiyeti çizgisinin bile altında kalıyor. Müftüleri Atina atamaya kalkışmıştır. Türk okulları sorunları çözülememiştir. Bu Türklere Türk denmesi bile yasaktır, Müslüman deniyor. Ancak bazı talepler var ki, biz Yunan meselesi sayıyoruz ama öyle değildir. Dünyaca izleniyoruz. Gerçekte Türkiye'nin yüksek menfaatlerinin bahis konusu olduğunu kabûl etmiyoruz. Patrik'i ve Heybeli okulunu Türkiye'den kaçırmak akıl eksikliği ve politika cehaletidir. Korfu'ya gidecek bir Patrik ve Hanya'da açılacak Ortodoks ruhban okulunu tasavvur edemiyoruz. Hristiyan vakıflarını da elbette geri verelim ama, Yunanistan'daki Müslüman vakıfları ile de ilgilenelim. Kiliseleri onaralım, ibadete ve ziyarete açalım. Ama Yunanistan da Atina ve Selânik'te tek cami bulunmaması aybına son vererek artık işe girişsin. Bu ne inatçı taassuptur? Hiç de aşılamayacak konular değil. İki tarafın direnmesinden kaynaklanıyor. Lozan'ı mı, Kopenhag kriterlerini mi uygulayalım tereddüdünden doğuyor. Hükûmetimiz, halkımızın Yunanistan'a taviz verildiği duygusuna kapılıp oylarını esirgeyecekleri kuşkusuna kapılmamalıdır. Aynı endişe ihtimal Atina için de varittir. Ama 194 devletin patrik için tanıdığı (ekümenik) sıfatını bizim tanımamamız artık espri konusu olmaktan ileri gitmez.