Dışişleri Bakanı Mevlût Çavuşoğlu ABD’de yoğun bir diplomasi trafiğinin içerisinde.
Bu kapsamda ABD’li meslektaşı Antony Blinken ile de bir araya gelen Çavuşoğlu’nun masasındaki konular; F-16 uçaklarının satışı, ABD Kongresinin bu konudaki muhtemel tavrı, İsveç ve Finlandiya’nın üyeliklerinin TBMM tarafından onaylanması, F-35 projesinden çıkarılan Türkiye’nin geri tahsil edemediği para, Suriye konusunda ABD’nin kaygıları, Ukrayna’nın işgali ve Türkiye’nin yürüttüğü diplomasi ve enerji konusu.
Tamamı savunma güvenlik temalı konular.1947 yılından bugüne kadar geçen yaklaşık 75 sene içerisinde de gündem hiç farklı olmadı.Kâğıt üzerinde de olsa müttefikimiz olan ABD’nin bugüne kadar Türkiye’ye olan bakışı, değerli bir arazi üzerinde bulunan Türkiye’nin kendi kontrolü altında bulunması dışına taşmamıştır.
Bu tam manasıyla emlakçı perspektifli bir Türkiye vizyonu.
Oysa Türkiye dünyada ve bölgesinde cereyan eden birçok konuda başat ve etkin rol alan bir ülke olarak değerli bir arazi parçasından çok daha fazlası lakin ABD karar mekanizmalarında oluşmuş bir tür zihni konformizm bu hakikati bir türlü anlamak dahi istemiyor.
ABD bu arazinin kontrolünü sağlamak için yeri geldiğinde silah satışlarını koz olarak kullanmış, yeri geldiğinde ekonomik mekanizmalar ile ülkeyi kenara sıkıştırmış, hiçbiri olmadığında da askerî vesayet sistemine al altından destek vererek siyasetini sürdürmeyi başarmış.15 Temmuz sonrası ilk kez ayağı sürçmüş olsa da bu siyasetinden vazgeçecek hâli yok.
Biden’ın New York Times editörleri ile yaptığı ibretlik konuşma
Biden’ın daha başkan dahi seçilmeden New York Times gazetesi editörleri ile yaptığı konuşmayı iyi hatırlayalım çünkü o konuşma ABD’nin Türkiye’ye dair tüm paradigmasını gözler önüne seren bir konuşmadır.Biden mezkûr konuşmasında alenen iktidarı nasıl devireceklerini izah ediyor ve Rusya ile olan ilişkileri kastederek ‘o elmadan bir ısırık aldılar ama ikincisine müsaade edemeyiz’ anlamına gelecek cümleler kuruyor.
İşte şimdi Biden’ın o konuşmada dile getirdiği her ne varsa hayata geçirmek isteyecektir, zaten bugüne kadar da elinden geleni ardına koymadı. Dolayısıyla önümüzdeki dört ay içerisinde yaşayacağımız tüm gelişmelerde ipin ucunu okyanusun ötesinde ısrarla aramaya devam edeceğiz.
Atı alan Üsküdar’a çok yaklaştı
Erdoğan son derece kararlı bir şekilde seçim tarihini 14 Mayıs 2023 olarak kitlelere duyurmaya devam ediyor.
14 Mayıs’ın Türk siyasal yaşamındaki yeri hepimizin malumu ve işte tam bu noktada Erdoğan vesayet odakları ile çarpışarak geldiği noktayı taçlandıracak yeni bir seçim zaferi için âdeta gecesini gündüzüne katıyor ve bu sembolik tarihin altını kalın kalın çiziyor.
EYT gibi mazisi 1990’lı yılların sonuna kadar uzanan sorunlara el atıyor, kamudaki yaklaşık 500 bin sözleşmeli personelin kadroya alınmasına dair yasa TBMM’de yasalaşıyor, aynı zamanda çok hareketli bir dış politikayı da sürdürmeye devam ediyor.
İşte bu gelişmeler yaşanırken Altılı Masa, âdeta meleklerin cinsiyetini tartışan Bizans İstanbul’u gibi havanda su döven açıklamalar yapıyor.
Bir taraftan Ali Babacan ‘devletin hemen hemen tüm kaynaklarının bir şirkete aktarılıyor’ iftirasının altında kaldığı için Davos’tan kendince albenisi yüksek videolar yayınlayarak kara bulutları dağıtmaya gayret ediyor, diğer taraftan Ahmet Davutoğlu siyasete giriş gerekçesini Berat Albayrak husumeti ve Şehir Üniversitesinin kapatılmasına endeksleyecek biçare açıklamalar yapıyor.
Kamuoyu kimin aday olacağını artık merak dahi etmiyor
Aylardır adayımız seçim tarihi netleşsin iki güne açıklanır diyenler şimdi de koro hâlinde 14 Mayıs olmaz diye neredeyse tempo tutacaklar.
Seçimlere bu şartlar altında sadece dört ay gibi oldukça az bir zaman dilimi kalmasına rağmen, Altılı Masa ne zaman adayını belirleyecek ve ne zaman bu aday sağlıktan ekonomiye, enerjiden savunmaya, terörle mücadeleden dış politikaya dair vizyonunu millet ile paylaşacak anlamak gerçekten zor.
Şayet ortak aday Kemal Kılıçdaroğlu olarak duyurulacaksa, Kemal Bey’in böyle bir derdi olmayacaktır. Yıllardır tanıdığımız hatta ezberlediğimiz Kılıçdaroğlu yeri göğü vadeden cümleler kurmanın ötesine geçmeyen bir seçim maratonu yürütecektir.
Kemal Kılıçdaroğlu hiç şüpheniz olmasın yine milliyetçi damarın yüksek olduğu şehirlerde milliyetçi sloganlar atacak ve Kandil’i yerle yeksan edeceğini tekrar edecek, Hakkâri’ye gittiğinde ise yerel yönetimler özerklik şartını kayıtsız şartsız kabul edeceği söylemini dile getirmeye devam edecektir.
Bu esnada Meral Akşener, Kılıçdaroğlu’nun açıklamaları hakkında ne düşünüyorsunuz sorularına muhatap kalmamak için her türden tedbiri alacaktır.
Tabii bu yazı dahi belli bir faraziye üzerine yazılmak zorunda, zira dediğim gibi hâlâ ‘Masa’nın ortak adayını bilmiyoruz.
Ortak bir aday olacak mı onu da bilmiyoruz.
Ama atı alanın Üsküdar’ı geçmesine ramak kaldı dersek mübalağa etmiş sayılmayız.