Nihayet Kılıçdaroğlu’nun ağzından silahlı gücün demokratik kontrol ve gözetimine dair prensip düzeyinde de olsa bir şeyler duyduk.
Tek bir farkla, doğru sözleri yanlış zamanda duyduk.
Ne demişti Kılıçdaroğlu?
"Yalan ve dolan söyleneni asker alkışlıyorsa devletin çürüdüğünü orada görüyoruz. Etrafınıza siyaset koridorlarında kariyer devşiren askerler koyarsanız, elinizde bol yıldızlı, bol apoletli Orta Doğu üniformaları kalır. Unutmayın ki bol bol apoletli Orta Doğu askerleri savaşlardan cephelerden kaçtılar. Kariyerist kafadan asla ama asla hayır gelmez. Onun için komuta kademesi haddini bilsin. Siyaset askerin işi değildir. Herkes haddini bilecek."
Keşke bu kadarcık bile olsa celallenmeyi 15 Temmuz gecesinde yapabilmiş olsaydı.
Peki neden yanlış zaman?
Bu sualin cevabını vermeden önce müdahaleci vasıfları olan silahlı kuvvetlerin iki otonom alanından bahsetmekte fayda var, yoksa Hasan Cemal gibi ‘Yaşa Kılıçdaroğlu’ diye bu konuşmaya şakşakçılık yapan ilkel bir yazı yazmak ya da bu sözleri sıradanlaşmış ifadeler ile yermek işin en kolayı.
Siyasi otonom alan, elinde silah bulunduran gücün her türden siyasi söylemi pervasız bir şekilde kamu ile paylaşabilmesi ve kendisine siyasal bir otonom alan ihdas etmesidir.
Tarihe, 27 Nisan elektronik muhtırası diye de geçen muhtıra, aslında bunun en bariz örneklerindendir.
Çocukların yataklarına hangi saatte gitmesi gerektiğinden, seçilecek cumhurbaşkanında olması gereken vasıflara kadar askerin yetki alanında olmayan birçok konuda sınırlarını aşarak irade beyan etmesi, siyasal otonom alan kapsamında değerlendirilebilir.
Kuşkusuz siyasal otonom alana dair verilebilecek salt örnekler bunlarla sınırlı değildir.
Erdoğan iktidara geldiği günden itibaren, yatağından kalkan generallerin basına siyasi demeç vermemesi üzerine tek başına çok büyük bir mücadele verdi. Bunun bir sonucu olarak bu konuda oldukça büyük başarılar elde etti lakin bu konunun içselleştirilmesi için de zihnî dönüşümün tamamlanmış olması şarttır.
Kurumsal otonom alan ise tüm güvenlik bürokrasisinin (TSK, Emniyet, Jandarma, MİT) hangi görev kapsamında, nasıl bir teşkilat ve malzeme yapısı ile hangi personel rejimi doğrultusunda faaliyetini sürdüreceğine, personelin kime ya da kimlere karşı sorumlu olacağına ve hangi eğitim ve terfi süreçlerinden geçirileceğine kadar tüm işleyişin siyaset tarafından kurgulanmış ve kontrol edilir olmasıdır.
TSK’nın MSB’yi kendi hiyerarşisinin içerisine alması, YAŞ yapısı dâhil birçok reform hareketleri bu kurumsal alanın demokratik siyaset lehine genişletilmesine dair düzenlemelerdir.
Örneğin, kurumsal otonom alana dair devlet protokolünde Genelkurmay başkanlarının arkasına koyulan Kılıçdaroğlu’ndan bugüne kadar ‘bu nasıl bir rezalet? diye bir itiraz duyanınız oldu mu?
Kılıçdaroğlu’na rağmen bu sıkıntılı sorunu çözen ve ters bağlanmış ceket düğmelerini düzelten bu iktidar oldu.
Peki, kendi genel başkanlığında TSK siyasete müdahil olmadığı için ‘Meğerse bizim ordumuz kâğıttan kaplanmış’ diyen Süheyl Batum’a dair Kılıçdaroğlu’nun bir kelam ettiğini duyanınız var mı?
Yüksek Askerî Şûra (YAŞ) toplantılarının tamamına katılan ve komuta kademesinin şekillenmesine demokratik siyaset adına müdahil olan Başbakan Erdoğan’a çıkıp ‘Öteden beri askerlerin terfilerinde ve emekli sistemlerinde teamülleri var. Kurumları kurum yapan da bu teamülleridir. Bu teamüllere siyasetin çok fazla burnunu sokmaması gerekiyor’ diyen kimdi acaba?
Geçtiğimiz yıllarda ‘Erdoğan Suriye’ye harekât emri verse dahi dinlemeyin’ dercesine Genelkurmay’a uyarılar yapan Kılıçdaroğlu, şimdi siyasete müdahaleci vasıfları tırpanlanmış bir TSK’dan neden rahatsız olabilir?
Genelkurmay Başkanı CHP’ye had mi bildirdi?
Herhangi bir general, CHP’nin bazı danışmanlarının özerklik isteyen açıklamalarına karşı cevap mı verdi?
Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanlığı adaylığına dair ‘sözde değil özde devlete bağlı bir cumhurbaşkanı isteriz’ diyen bir general mi çıktı piyasaya.
Ya da Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanı olursa, havalimanındaki karşılamada elini sıkmamak için halının karşısına keklik gibi sekeriz, eşi ile birlikte askerî kurumlara da almayız diyen biri mi oldu?..
Listeyi daha da uzatabiliriz ama bunların hiçbirisi olmadı.
Silahlı kuvvetlerin siyasete müdahil olma ihtimalinden dahi bu kadar rahatsız Kılıçdaroğlu’nun, 15 Temmuz gecesi nerede ve ne yaptığını bilmeyenimiz var mı?
Kemal Kılıçdaroğlu’nun metninde yazanlar doğru lakin o metinde yazanların şimdi dile getirilmesini gerektirecek tek bir konu dahi ortada yok.
Keşke Kılıçdaroğlu’nun dün Gazi Meclis’in çatısı altında okuduğunu, 15 Temmuz gecesi Kılıçdaroğlu’nu bir tankın üzerine çıkararak okutturmuş olsaydınız.
Size diyorum; kariyer planlaması yaparken 15 Temmuz sonrası umduğunu bulamayıp ayazda kalan ve dün Kılıçdaroğlu’nun eline metin tutuşturan tekaütler…