Kemal Kılıçdaroğlu’nun ABD gezisi çokça yazılıp çizildi.
Ben de yazıp yazmama konusunda tereddüt edenlerdenim lakin Kemal Bey’in ABD gezisi Türkiye’nin iç siyasetine dair sıradanlaşmış bir polemik konusu değildir.
Daha ABD seyahati başlamadan ‘Ukrayna savaşında Ukrayna’nın yanında yer almalıyız’ gibi ABD gezisi öncesi âdeta ABD ve AB’ye matuf açıklamalar bu yüzden iyi okunmalıdır.
Türkiye zaten bu savaşın uluslararası hukuk boyutunda işgali ve ilhakları tanımadığını alenen Putin’in suratına ifade eden bir ülke. Bununla da iktifa etmeyerek Ukrayna’ya en karmaşık silah sistemlerini veren, sahada en etkin kullanılan teknolojiyi Ukrayna’ya veren ülkenin adı.
Kemal Bey’in bunu bilmemesi mümkün olabilir mi?
Elbette olamaz.
O zaman verilen mesajın başka bir anlamı daha olmalı.
O mesaj da şu: ‘ABD ile her kim karşı karşıya kalıyorsa, Türkiye safını alenen ABD yanında belirlemeli ve ABD’nin ortaya koyduğu ya da koyacağı plana peşinen evet demeli’
Bunun adı bir vagon siyasetidir, lokomotifin ABD olduğu, Türkiye’nin ise bu lokomotife eklemlendiği bir harici siyaset.
Bu siyasetin bizi bugüne kadar götürdüğü yer, yılda iki kez hükûmetleri değişen, kişi başına millî geliri iki bin doları aşamamış, komşusu İran’dan doğalgazı dahi ABD müsaade etmediği için alamayan, fazlaca bir direnç gösterdiğinde askerin ve içerideki vesayet mekanizmalarının hükûmetleri yıktığı, savunma sanayisi içerideki maşalarınca engellenen, karakolları Batı istihbarat örgütlerinin kucağında büyütülmüş terör örgütlerince basılan, faili meçhuller diyarı bir ülke.
Aslında listeyi daha da uzatmak mümkün, neler yaşadığımıza, bu satırları vicdanı ile okuyan herkes şahitlik eder.
Bu yüzden Kemal Kılıçdaroğlu’nun yanından ayırmadığı Ünal Çeviköz söz konusu Azerbaycan olduğunda ‘Türkiye, maalesef Azerbaycan’a silah yardımı yapıyor’ diyebilirken, aynı Türkiye, Ukrayna’ya da silah verdiğinde ‘Türkiye, maalesef Ukrayna’ya silah yardımı yapıyor’ diyemiyor.
Neden?
Çünkü, şu anki CHP yönetiminin tercihi çok açık bir şekilde ABD siyasetine bir vagon olabilmekten ibarettir ve tüm mesajlar okyanusun ötesine bu açıdan son derece sarih bir şekilde verilmektedir.
Dönelim ABD gezisine
Şunu tarihe bir not şeklinde düşersek sanırım mübalağa etmiş sayılmayız.
Mansur Yavaş’ı Van gezisi, Ekrem İmamoğlu’nu Karadeniz gezisi, Kemal Kılıçdaroğlu’nu da ABD gezisi başkanlık yarışında oyundan düşürdü ya da düşürecek. Bu vakitten sonra aday olmaz ya da olduğu takdirde altılı masadan onay alamazsa Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel Başkanlığı koltuğunda barınabilmesi pek mümkün gözükmemektedir.
Aday olduğu takdirde ise Kemal Bey’in ABD gezisinde verdiği mesajlar sayesinde bir kez daha şahit olduğumuz dünya vizyonu ile, önümüzdeki seçimlerde işinin kolay olmayacağı son derece açıktır.
Gelelim Kemal Bey’in Türkiye gündemli ABD gezisine
Kemal Bey’in ABD gündeminin görünür tarafı Türkiye merkezliydi.
Bir de görünmeyen tarafı mı var ki diye sormuyorsunuzdur umarım?
Yapılan görüşmelerin bir kısmı basına kapalı ve arada kayıp sekiz saatlik bir zaman dilimi var.
Kemal Bey, bir taraftan Habertürk yazarı Fatih Altaylı’ya laf yetiştirirken diğer taraftan Türkiye’de kimlerin yandaş gazeteci olduklarını söylüyor, New York’ta TÜRKEN Vakfının önünden iç siyasete dair mesajlar veriyor, Mehmet Ali Çelebi’nin AK Parti’ye geçişini değerlendiriyor.
Tamam da bunlar için ABD’ye gitmeye ne lüzum var ki?
ABD’de basına kapalı yaptığı görüşmelere dair kamuoyunun herhangi bir bilgisi yok.
Habertürk gazetesinden Oray Eğin’in benzetmesi ile Kemal Kılıçdaroğlu’nun gönüllü Yavuz Donat’ı olma rolünü benimsemiş İsmail Saymaz ne anlatırsa ona inanmak durumundayız.
İsmail Saymaz da sekiz saat atlatıldığına göre, Kılıçdaroğlu ne derse ona inanmak zorundayız.
Nasıl şeffaflık ama değil mi?
Bir de ABD’li senatörler ile neden görüşmediğini soranlara Kemal Kılıçdaroğlu ‘Kendi irademizle dikta yönetimini demokratik yollarla sonlandırabiliriz. Bu da siyaset tarihine giren güzel bir örnek olur. Nasıl Kurtuluş Savaşı verirken örnek olduysak mazlum ülkelere, demokrasi konusunda da örnek olabiliriz.’ diye cevap veriyor.
Nasıl yani?
Sırtınızı her seçim meydanında yere çalmış bir siyasi hareket dikta yönetimi ve dolayısıyla onun lideri de diktatör, defalarca seçim kaybetmesine rağmen kurultaylar sayesinde o koltuğu her ne pahasına olursa olsun bırakmayan Kemal Kılıçdaroğlu da mazlum ülkelere demokrasi konusunda örnek olacak bir demokrasi kahramanı öyle mi?
İnsan akıl tutulması yaşasa bu lafları etmez.
Kemal Bey madem mazlum milletlerin demokrasi kahramanı olacak, en yakınımızdaki mazlumların coğrafyası olan ve baba oğul tüm ülkeyi kan deryasına çeviren Esad’dan işe başlasın.