Asırlar arasında köprü oldu! Edebiyatın velut kalemi Ahmet Kabaklı'nın unutulmayan yazısı

Türkiye Gazetesi
- Güncelleme:
Asırlar arasında köprü oldu! Edebiyatın velut kalemi Ahmet Kabaklı'nın unutulmayan yazısı
Kültür - Sanat Haberleri  / Türkiye Gazetesi

Türk Edebiyatı Vakfının kurucusu, edebiyat tarihçisi, gazeteci ve yazar Ahmet Kabaklı'nın vefatının ardından 24 yıl geçti. Velut bir kalem olan Kabaklı, 1956 yılından 2000 yılına kadar hiç durmadan yazdı. Türkiye gazetesindeki son yazısı "Damda deve aranır mı?" ile sevenlerini derinden sarsmıştı.

ALİ TÜFEKÇİ - Türk edebiyatının en velut kalemlerinden biri olan Ahmet Kabaklı, edebiyatı akademik bir hüviyetten çıkararak geniş kitlelere yaydı. 

Onu bu başarısı hayatının belli kırılma noktalarında kendini gösterir.

PARİS MEKTUBU 

30 Ma­yıs 1924'te Elazığ'ın Harput ilçesine bağlı Göllübağ köyünde İmam Ömer Efendi ile Münire Hanım'ın çocuğu olarak dünyaya geldi.

 İlk, orta ve lise tahsilini Elazığ'da, yüksek öğrenimini İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türkoloji Bölümü'nde yaparak Diyarbakır ve Manisa liselerinde edebiyat öğretmeni olarak çalıştı.

1956'da Tercüman gazetesinin fıkra yarışmasını iki kişiyle kazanan Kabaklı burada yazmaya başladı.

1956 sonbaharında staj için Milli Eğitim Bakanlığı bursuyla Paris'e giden genç yazar, buradan Tercüman gazetesine "Paris Mektubu" başlığıyla yazılar gönderdi.

Paris'ten döndükten sonra İstanbul Çapa Eğitim Enstitüsü'nde edebiyat öğretmenliğine tayin edildi ve 1958-1969 yılları arasında burada çalıştı. 

EFSANELERDEN DERİNLİĞE

Kabaklı'nın hayatını edebiyata hasretmesinde annesi Münire Hanım'ın ona anlattığı masal, efsane ve menkıbelerin büyük bir tesiri vardı.

Kabaklı ana ocağından aldığı edebi tadı, ortaokuldaki Türkçe öğretmeni Cemile Aytaç, Elazığ Lisesi'nde edebiyat öğretmeni Cahit Okurer, Fransızca öğretmeni Cemil Meriç ve tarih öğretmeni Yahya Pehlivan sayesinde daha da derinleştirdi.

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde Reşit Rahmeti Arat, Ahmet Caferoğlu, Ali Nihat Tarlan, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Mehmet Kaplan, Kabaklı'nın edebiyat bilgisini akademik bir hüviyete soktu. 

Böylece zamanla yazılarıyla Anadolu'nun bağrında asırlarca işlenen edebi kültürle, akademide oluşan ilmi birikimi buluşturarak bir köprü kuracaktı

TÜRK EDEBİYATI VAKFI'NA DOĞRU

1960'ta Aydın'dayken başladığı Ankara Hukuk Fakültesi'ni de tamamlayarak kısa süre avukatlık yaptı. Ancak Kabaklı, muallimlik mesleği ağır basıyordu. 1969'dan itibaren İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu'nda öğretim üyesi olarak çalışmaya devam etti.

Emekliye ayrıldığı 1974'te Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı'nda edebiyat dersleri vermeye başlayan Kabaklı, 1972'de Türk Ede­bi­ya­tı der­gi­si­ni, 1978'de ise Türk Ede­bi­ya­tı Vak­fı'nı kurdu.

1990'a kadar Tercüman gazetesinde yazmaya devam eden Kabaklı, 1990'dan sonra Türkiye gazetesine geçti.

Asırlar arasında köprü oldu! Edebiyatın velut kalemi Ahmet Kabaklı'nın unutulmayan yazısı - 1. Resim

Necip Fazıl Kısakürek'le birlikte

ŞEYHÜL MUHARRİRİN 

14 Aralık 1996'da Aydınlar Ocağı ve 55 gönüllü kuruluşun desteğiyle düzenlenen bir törenle Ahmet Kabaklı'ya Şeyhül Muharririn (yazarların üstadı) unvanı verildi.

Kalp rahatsızlığından dolayı 2000 yılında hastaneye kaldırılan Kabaklı, tedavi esnasında eşi Meşkure Hanım'ı kaybetti.

Tedavisi sonrasında iyileşmeye başlayan usta kalem, akciğer enfeksiyonundan dolayı tekrar hastaneye kaldırıldı ve 8 Şubat 2001'de hayatını kaybetti.

Kabaklı'nın tabutuna Türk ve Doğu Türkistan bayrakları sarılı cenazesi, Fatih Camisi'nde kılınan namazın ardından Eyüpsultan'daki kabrine defnedildi.

Asırlar arasında köprü oldu! Edebiyatın velut kalemi Ahmet Kabaklı'nın unutulmayan yazısı - 2. Resim

 GENÇ KALEMLERİ EDEBİYAT DÜNYASINA KAZANDIRDI

Şeyhül Muharririn Ahmet Kabaklı, Nurettin Topçu'nun çıkardığı Hareket dergisinde de "Ayın Hercümerci" başlığı altında polemik yazıları yazmıştı.

Türk Edebiyatı dergisi adeta bir edebiyat fakültesi misyonu yüklendi. Burada kabiliyetli genç kalemlerin edebiyat dünyasına kazandırılmasını sağladı.

Hayatının sonuna kadar devam ettirdiği köşe yazıları ve eserleriyle de destanlar çağından modern edebiyatın son dönemine kadar ışık tuttu.

TEMELLERİN DURUŞMASI

Kabaklı kaleminden dolayı da pek çok sıkıntılar çekti. "Temellerin Duruşması" adlı çalışması başta olmak hakkında çeşitli davalar açıldı.

Buna rağmen yazmaktan asla vazgeçmeyen Kabaklı, hem bir taraftan Allah, peygamber, vatan ve millet sevgisini bir taraftan da sosyal konuları işledi. Aile, insan, gençlik meselelerine yer verdi. Milli kültürü ve manevi değerleri savunarak Anadolu insanının sesi oldu.

5 ciltten oluşan "Türk Edebiyatı" adlı edebiyat tarihi çalışması başta olmak üzere eserlerinden bazıları şöyle:

"Kültür Emperyalizmi", "Müslüman Türkiye", "Mabet ve Millet", "Yunus Emre", "Mevlana", "Bizim Alkibiades", "Ecurufya", "Sohbetler 1-2", "Temellerin Duruşması", "Güneydoğu Yakından", "Şiir İncelemeleri", "Doğudan Doğuş", "Şa­ir-i Ci­han Ne­dim", "Şi­ir İncelemeleri, "Mil­le­te Vu­ru­lan Can­lı Pran­ga: Bü­rok­ra­si", "Al­pe­ren", "Dev­let Fel­se­fe­miz", "Çağ­la­ra Hükmedenler", "Tür­ki­ye'yi Yo­ğu­ran­lar", "Sı­nır­la­rın Öte­si", "İs­tan­bul Gül­des­te­si", "Di­van Ede­bi­ya­tı", "Aşık Ede­bi­ya­tı", "Ta­sav­vuf", "Ta­ri­kat", "Ede­bi­yat", "İslam'la Kaynaşmış Türk Edebiyatı", "Fatih ve İstanbul", "Sanat ve Edebiyatımız", "İrfan ve İnsan", "Bu Dünyadan Kimler Geçti"

Asırlar arasında köprü oldu! Edebiyatın velut kalemi Ahmet Kabaklı'nın unutulmayan yazısı - 2. Resim

Gazetemizdeki son yazısı

DAMDA DEVE ARANIR MI?

Ahmet Kabaklı hastalığı sebebiyle gazetemize son yazısını gönderdi. Bu yazı sevenlerini derinden sarsmış, hayatı ve dünyayı sorgulatmıştı.

İşte Ahmet Kabaklı'nın o son yazısı: 

Tasavvufun "fakrı"nı yaşayan sultanı İbrahim Edhem, tahtında otururken, bir gece sarayının damında iri dev adımlarla dolaşır gibi gürültüler, sallantılar, takırtılar duydu. Padişahın damında gezmek kimin haddine! İbrahim Edhem de şaşırdı.

"Bu gezenler insan olamaz, peri geziniyor her hâlde." diye düşündü. Ama merak etti. Derken, hiç görülmemiş çehrede adamlar karşısında belirdiler.

  • Kaybımız var sultanım, onu ararız, dediler.
  • Neyinizi kaybettiniz ey güzel kişiler?
  • Develerimizi yitirdik, onu ararız...
  • İyi ama, damda deve arandığını kim görmüştür?

Hiç görülmemiş çehrede adamlar, işte o zaman taşı gediğine koydular:

  • Peki öyleyse sultanım... Tahtı üzerinde oturup saltanat sürerken Allah'ı arayan adamın, Allah'ı bulduğunu kim görmüştür?

(Mevlâna, Mesnevî)

Bu sözden sonra, İbrahim Edhem tahtını terk edip âdeta bir su kenarına çekilmiş, hiçbir şeye ihtiyaç duymayan "fakr"ın en yüksek derecesini yaşamıştır. Ancak kendi töreni olmamıştır. Belki Kafdağı'na gitmiştir, belki âlemin gözünden ve halkın nazarından ırak olduktan sonra Zümrüdüanka misali, âlemde meşhur olmuştur.

İbrahim Edhem, tasavvufta Allah için yapılan, O'na kavuşmak için katlanılan büyük feragatin timsalidir. Fakir iken fakrı, dervişliği yaşamak belki kolaydır. Ağzını harama sürmemişsin, büyük lezzetler, süslü elbiseler, kuş sütü eksik sofralar, birbirinden güzel cariyeler, bir emrinle ihya olan, öbür fermanınla başı kesilen binlerce insan görmemişsin...

Bir de ahlâkın, itikadın, imanın var:

  • Az yemiş, az konuşmuş, malda mülkte hırslı olmamış, iradeni namazla, oruçla, çalışma ile güçlendirmişsin...

Bu da zor ama, sultan iken yokluğu, yoksulluğu seçmekten çok daha kolay.

Tasavvufta bu büyük tecrübeyi, bu büyük feragati yapan hükümdar İbrahim Edhem'dir. Allah yolunda varını yoğunu feda etmenin en yüksek derecesine ulaşmış kâmil insandır. Tasavvufta erişilmez, "ideal" bir tiptir. "Ders"tir ve ibrettir. Bundan ötürü, bütün mutasavvıflar gibi Mevlâna da onu çok sever. Mesnevî'de birçok kıssa, birçok hikmet İbrahim Edhem üzerine kurulmuştur.

İnsan, böyle bir timsale baktıkça düşünür:

Acaba can vermek, mal vermekten kolay mıdır? Gönlü ve iradesiyle saltanatı terk etmek o kadar müşkül müdür? Bu olmayacak bir şey midir ki, İbrahim Edhem, esasen bir feragat yolu, terk felsefesi, malı mülkü hiçe saymak düşüncesi olan tasavvufun tarihinde, destanında, efsanelerinde bile tektir?

Neden hakikaten, "damda deve arar gibi" biz böyle Allah yolunda, iman yolunda, vatan yolunda tac ve tahtından, mal ve mülkünden, saltanat ve nüfuzundan feragat etmiş İbrahim Edhem'leri ararız? Çevremizi kurcalayarak, devrimizi silkeleyerek, tarihi tarayarak ararız da yine İbrahim Edhem'lere pek rastlayamayız.

Aksine, saltanatı, malı mülkü, kudreti ele geçirmek için çılgınlık yapanın, kan dökenin, hileye, dalkavukluğa, namussuzluğa bile başvuranın haddi hesabı yoktur. Buna karşılık, tatlı canını vermek o kadar kolay mı ki? Can, maldan daha mı az değerlidir ki?

Hayret vericidir; canına kıyanlar, intihar edenler, ölmek isteyenler yığın yığın görülmüştür.

Ayrıca din yolunda, vatan yolunda, tasavvuf tarîkinde şehitler milyonlarcadır. Aşk uğruna ölenler de az değildir. Daha basit, daha adi şeyler için, hatta para için ölümü göze alanlar çoktur...

Asırlar arasında köprü oldu! Edebiyatın velut kalemi Ahmet Kabaklı'nın unutulmayan yazısı - 3. Resim

Türkiye Gazetesi

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Sonraki Haber Yükleniyor...