Payitaht’ın Tahsin Paşa’sı Bahadır Yenişehirlioğlu ile bayram sohbeti: Edebiyat ve sanat siyasette kılavuzum oldu

Atıldığı politikada edebiyatın ve sanatın kazandırdığı empati kabiliyetinin kendisine yol gösterdiğini söyleyen Bahadır Yenişehirlioğlu “Ama bir fark var” diyor ve sözlerine şöyle devam ediyor: “Sanatta sezgilerinizle hareket edebilirsiniz, siyasette ise gerçeklerle yüzleşmek zorundasınız.”
MURAT ÖZTEKİN'İN HABERİ - Edebî eserleriyle hatırı sayılı bir okuyucuya hitap eden Bahadır Yenişehirlioğlu “Tahsin Paşa” karakterini canlandırdığı TV dizisiyle geniş kitlelerce tanındı. Malum kendisi, bir müddettir ise sıcak politikanın içinde, hatta tam merkezinde! Yenişehirlioğlu, AK Parti Grup Başkan Vekili olarak yurt içinde ve yurt dışında oradan oraya koşturuyor ve siyasi tempoya çok alışmış görünüyor. Ancak bu temponun içinde bayram sohbeti için bir vakit buluyoruz. Ve siyasetle sanat, maziyle bugün arasında gidip geliyoruz…
● Bahadır Bey, öncelikle nasılsınız; politik mesainizin yoğunluğu nasıl size bir koşturmaca getirdi?
Hamdolsun iyiyim. Daha evvel Necmettin Erbakan Hoca’mızla siyaset yapmıştım malumunuz olduğu üzere. Bu sahneye alışık biriyim. Siyaset, son bıraktığım süreçten daha da yoğun bir alan hâline gelmiş diyebilirim. Sanatta, edebiyatta da yoğun dönemlerim oldu ama siyasetin temposu bambaşka. Çünkü burada mesai kavramı yok. Gündem sürekli değişiyor; insanların sorunlarına çözüm bulmak zorundasınız. Bugün Meclis’te bir yasayı tartışırken, ertesi gün sahada vatandaşlarımızın sorunlarını dinliyoruz. Bunun bir yorgunluğu elbette var ama insanlara hizmet ettiğinizi bilmek, onların hayatlarına dokunmak, yorgunluğu tatlı bir huzura dönüştürüyor. O sebeple çok mutlu olduğumu ve bu tempoya oldukça alıştığımı söyleyebilirim.
SİYASET SERT BİR ALAN
● Hukukçu kimliğinizi göz ardı etmiyoruz; ancak uzun bir edebiyat ve sinema kariyerinden sonra siyasete dâhil olmak hayatınızda ne gibi değişikliklere yol açtı?
Sanat insanı bireyin iç dünyasına, siyasetse topluma odaklanmaya sevk ediyor. Edebiyat ve sinema, insan ruhunu anlamaya, onu yorumlamaya yöneliktir. Siyaset ise o ruhu iyileştirme, dönüştürme sorumluluğunu da beraberinde getiriyor. Ancak bu noktada ortak payda insan olduğu için her iki alanın da birbirini beslediğini müşahede ettim diyebilirim. Edebiyatın ve sanatın bana kazandırdığı empati yeteneği siyasette en büyük kılavuzum oldu. Ama arada bir fark var: Sanatta sezgilerinizle hareket edebilirsiniz, siyasette ise gerçeklerle yüzleşmek zorundasınız.
● Bunu biraz açar mısınız?
Siyaset daha sert bir alan. Çünkü yapılan çalışmaların ve verilen kararların etki alanı çok daha düşük, beklentiler ise yüksek. Ancak bu hususta da iyi işler çıkardığımızı söyleyebilirim. Sanatta bir meseleyi derinlemesine işlemek için yıllarınız olabilir, siyasetteyse bazen saatler içinde karar vermek gerekir. İşte bu fark, benim hayatımda en büyük dönüşümlerden biri oldu.
MECLİS’TE BAZEN SEVİYE DÜŞÜYOR
● Bazen sizi TBMM’de sinirlendirdiklerine şahit olduk. Siyasette hâlâ alışamadığınız, garipsediğiniz şeyler var mı?
Evvela şunu söyleyebilirim ki; farklı siyasi düzlemlerde olmak, başka ideolojilerin istikametinden yürümek çok doğaldır. Siyasetin temelinde uzlaşı olsa da doğasında sert tartışmalar da var. Ancak bazen üslubun seviyesinin düştüğünü görmek üzücü oluyor. Fikir mücadelesiyle polemik arasındaki çizginin aşılması, asıl meselelerin gölgede kalmasına neden oluyor. Beni en çok rahatsız eden şey ise bazen siyasetin, insani tarafının unutulması. Oysa siyaset, sadece rekabet değil, aynı zamanda ortak akıl üretme sanatıdır. Elbette herkes kendi seçmeninin sesi olmakla mükelleftir bunu anlayabilirim ama Meclis çatısı yalnızca politik tartışmalarla aşındırılacak bir alan değil diye düşünüyorum. Bizler ülkemizin ve milletimizin hayrına olan çalışmalar yaparken bunun dar bir siyasi perspektifle istismar edilmesine elbette müsaade edemeyiz. O sebeple elbette sinirler gerilebiliyor ancak müşterek mefkûrenin Türkiye olduğu bir perspektifte olunması gerektiği kanaatindeyim.
BAYRAMLAR ÇOCUKLUK HİSLERİNİ CANLANDIRIYOR
● Müsaadenizle sözü bayrama getirmek istiyorum; bereketli bir ramazandan sonra bayram ikliminin içerisindeyiz. Bayramlar sizin için ne gibi manalar taşıyor?
Bayramlar, özüne dönebilmenin, paylaşabilmenin en güzel vesilelerinden biri. Bugün hayatımız hızlandı, teknoloji bizi birbirimize yakınlaştırırken aynı zamanda uzaklaştırdı. Bayramlar ise bu mesafeleri kaldırıp bizi bir araya getiren, gönüllerimizi yumuşatan, çocukluktan getirdiğimiz güzel hisleri yeniden hatırlatan özel günler. Ramazanın manevi temizliğinden sonra bayram, bir nevi ruhun tazelenme anıdır. Eskiden bayramlar, sadece tatil değil, bir dayanışma vesilesiydi. İnşallah bu ruhu hep diri tutabiliriz. Bu ruh esasında bizleri bize yaklaştıran, samimiyeti ve muhabbeti artıran, aile bağlarını güçlendiren bu vesileyle toplumsal dayanışmayı tahkim eden özel günler.
EVİMİZ BAYRAM SABAHLARI KALABALIK OLUR
● Peki, evinizde bayramlar nasıl geçiyor; kimler geliyor, kapısını çalabildiğiniz büyükleriniz hayattalar mı?
Bizim evimizde bayram sabahları mutlaka bir kalabalık olur. Aile fertleri, dostlar, komşular gelir; oturulur, sohbet edilir. Ne yazık ki büyüklerimizden birçoğu artık hayatta değil. Fakat onların öğrettikleriyle bayramları anlamlı kılmaya çalışıyoruz. Eski âdetlerimizi yaşatmaya, geleneklerimizi canlı tutmaya çabalıyoruz. Uzakta olan, yanlarına gitme imkânımız olmayan akrabalarımızın kendilerini aramak suretiyle bayramlarını tebrik ediyoruz. Çocuklarımız da bu kültürü yaşasın istiyoruz. Allah razı olsun onlar da bu konuda ilgili hassasiyeti fazlasıyla taşıyorlar, torunlarıma da aynı duyguları aşılamış durumdalar, gayet mutluyum o sebeple. Çünkü bayram, sadece günler değil, bir ruhtur ve o ruhu yaşatmak bizim elimizdedir.
KISITLI İMKÂNLARDA YAŞANANLAR DAHA KIYMETLİ
● Ya mazinin bayramları?.. Çocukluğunuzda bayramlarınız nasıl geçerdi, ne gibi ritüeller yapılırdı?
Çocukken bayramın heyecanı bambaşkaydı tabii... “İmkânlar kısıtlı olduğunda yaşananlar kıymetli oluyor” derim ben. Bayramlık kıyafetlerimiz özel alınırdı. O kıyafetlere kıymet verilirdi. Erkenden kalkıp bayram namazına giden büyüklerimizi beklerdik, biraz daha yaşımız ilerleyince onların peşine takılır bayram namazına gidebilmeyi bir başarı sayardık. Kapılar çalınır, şeker toplanır, komşu ziyaretleri yapılırdı. O dönemlerde bayram, gerçekten herkesin bayramıydı. Kimse yalnız kalmazdı. Şimdi biraz daha bireyselleşen bir dünyaya dönüştük ama o eski sıcaklığı korumak elbette yine bizim elimizde.
KÜLTÜRÜMÜZÜ YAŞAMALI VE YAŞATMALIYIZ
● Sizce buna dair ne yapmalı? Mesela siyaset mekanizması bu hususta bir rol üstlenir mi?
Elbette siyaset, bayramların kültürel miras olarak yaşatılması konusunda sorumluluk taşımalı. Geleneklerimize sahip çıkacak projeler üretmeliyiz. Bu noktada hassasiyet taşıyan her fikir önemli ve değerlidir. Biz üzerimize düşen sorumluluğun farkındayız, kültürümüzü yaşamalı ve yaşatmalıyız. Ancak bu sadece siyasetle olacak bir şey değil. Bu noktada üzerine önemli görev düşen başka paydaşlar da var. Medya, eğitim sistemi; herkesin bu konuda bir katkı sağlaması elzemdir. Tabii, en önemli görev ilk eğitim yuvası olan aileye düşmektedir. Biz bayramları nasıl yaşarsak, çocuklarımız da öyle yaşayacak. Bu bilinçle hareket edersek dejenere edilen bayramları değil özlemini duyduğumuz bayramları yaşayabiliriz.
TERÖR BİTİNCE SANAT GELİŞECEK
● Bayram demişken; Türkiye’de terörün sona erme ihtimalinin ilk defa bu kadar yüksek olduğu günler size bir sanatçı olarak neler düşündürüyor?
Barış ve huzur, insanın üretken ruhunu açığa çıkarır. Terör ise insanlara korku salmayı hedefler, toplumun güvenliğinden endişe duymasına neden olur. Böylesine sorunlar meydana getiren bir yapının sona erdirilmesi, terör örgütünün lağvedilmesi Türkiye için önemli bir dönemeç olacaktır. Terör bittiğinde, toplumun enerjisi üretime, sanata, bilime, gelişime yönlenecektir. Sanatçıyı içerisinde yaşadığı toplumdan bağımsız olarak düşünmek elbette mümkün değildir. O sebeple ülkemiz ve toplumumuz sırtındaki terör yükünden kurtulduğunda bir ferahlık yaşanacaktır. Bu ülkenin sanatçıları, edebiyatçıları yeni bir hikâye yazacaktır buna inanıyoruz.
TAHSİN PAŞA ROLÜ ÇOK ŞEY ÖĞRETTİ
● “Tahsin Paşa” rolü de sizi daha evvel siyasete biraz sokmuştu sanki. Şu anki bulunduğunuz makamla benzerlikleri olduğunu düşünüyor musunuz?
Tahsin Paşa, Sultan Abdülhamid Han’ın en güvendiği isimlerden biriydi. Devletin bekası için mücadele eden, zorluklara göğüs geren bir şahsiyetti. Benim bugünkü görevim de bir anlamda halka hizmet etmek, devletin gücünü ve milletin birliğini ayakta tutmak için çalışmak. O karakteri canlandırırken tarihimize, devlet yönetimine dair birçok şey öğrendim. Bugün geldiğim noktada, o bilgilerin bazılarının siyasette ne kadar önemli olduğunu daha iyi anlıyorum. Ama elbette burada bir fark var: O dönemde sistem, dönem ve şartlar farklıydı. Bugün ise güçlü bir demokrasi içerisinde hizmet ediyoruz.
● Peki, sinema ve dizi defterini kapattınız mı?
Kapattım diyemem elbette. Çünkü rol aldığım dizilerde canlandırdığım karakterler sayesinde televizyon vasıtasıyla sevenlerimin evlerine misafir oldum. Onlara dokundum, aramızda çok güzel bir bağ oluştu. Bu da hem yaptığım işte hem mesleki tatmin boyutuna ulaşmama hem de motive olmama sebep oldu. Oyunculuk, aktörlük çok keyif alarak işler çıkardığım bir alandı tabii... Sanat, her zaman benim içimde var olacak ancak şu anda önceliğim vazifem. Siyaseten vazifemi doğru bir şekilde, layıkıyla yapmak şu anda benim için her husustan daha önemli.
EDEBİYATÇI, ZİHNİNDE YAZMAYA DEVAM EDER
● Ama politika sizi yazma fiilinden uzaklaştırmadı diye düşünüyorum. Daha geçtiğimiz aylarda “Duvarları Yıkmak” ismiyle deneme türünde bir eser neşrettiniz. Ancak edebiyata, romana yeterince vakit ayırabiliyor musunuz?
Yoğunluktan ötürü eskisi kadar vakit bulamasam da yazmak benim için bir ihtiyaç, yazmak benim hayatım diyebilirim. O sebeple vakit ayıramasam da elbette bazı fikirler not alıyor, yaşadıklarımdan ya da edindiğim tecrübelerden istifade ederek bazı planlamalar yapıyorum. Görevim gereği çok yakın vadeli planlar olmasa da bir edebiyatçının kalemi ruhunda ve aklında sürekli yazmaya devam eder. İçimde birikenleri aktarmak zorundayım. İfade ettiğim gibi yeni roman projelerim olabilir ancak buna bir zaman biçmek doğru değil. Şu anda görevim ve sorumluluklarımı aksatacak bir işe kalkışmak doğru değil. Nitekim “Duvarları Yıkmak” da aslında dünyada gördüğüm, kendimce tespit ettiğim aksaklıklara okuyucumla çözüm aradığım bir eser oldu. Ancak roman daha farklı bir hazırlık aşaması gerektirdiği için şimdilik böyle bir sürece girişmek doğru değil.
MAZİMLE GURUR DUYUYORUM
● Osmanlı İmparatorluğu’nda matbaaya fetva veren Yenişehirli Abdullah Efendi’nin soyundan geliyorsunuz diye biliyorum. Nasıl bir aile kültürünüz vardı?
Ailemin tarihî birikimine ve kültürüne büyük saygı gösteriyorum, bunun getirdiği sorumluluğun farkındayım ve bir diğer motivasyonum da elbette buna layık olabilmek. Ailemizdeki büyüklerimizin icraatlarını sık sık inceler araştırırım. Araştırmalarım neticesinde ailemin halkla iç içe olan, topluma hizmet etme gayretine değer veren bir anlayışa sahip olduklarını görüyorum. Mazimle, ailemle ve yaptıklarıyla gurur duyuyorum. Elbette sonuçta tarihin birçok aşamasında millete hizmet edebilmiş insanlar, bu bilgiler belgelerle kayıt altına alınmış. O sebeple benim açımdan önemli bir gurur vesilesi. Peki, bu bana ne katmış olabilir? Böylesi bir aile kültürünün, beni toplumla daha yakın bir ilişki kurmaya, gelişmelere duyarlı davranmaya teşvik ettiğini ifade edebilirim, aynı zamanda tarihi mirasımızı devam ettirerek, geleceğe katkı sağlamak için daha fazla sorumluluk duygusu taşıdığımı söylemem mümkün.