Antik DNA kanser ve diyabete ışık tutacak! 10 bin yıl öncesinin insanları bugünün hastalıklarını aydınlatacak

Hacettepe Üniversitesinden Dr. Gülşah Merve Kılınç ve ekibi, iskeletlerin diş ve diş taşlarından alınan örneklerden elde edilen DNA ile modern insanı en çok etkileyen hastalıkların tarihî genetik altyapısını araştırıyor.
ZİYNETİ KOCABIYIK'IN HABERİ - Türk bilim adamları 10 bin yıl öncesinde yaşamış insanların iskeletlerindeki saç, diş ve kemik gibi canlı olmayan materyalleri inceleyerek günümüzde başımıza dert olan hastalıkların tedavisinde yeni yaklaşımlar geliştirmek için çalışıyor. Hacettepe Üniversitesi, Biyoinformatik Ana Bilim Dalından Dr. Gülşah Merve Kılınç ve ekibinin başlattığı bir proje ile dünyada ilk defa hastalıkların binlerce yıllık kökenine inilmeye çalışılıyor. L’Oréal Türkiye’nin UNESCO Türkiye Millî Komisyonu iş birliğiyle yürüttüğü, Türkiye’nin en uzun soluklu kurumsal sosyal sorumluluk projelerinden olan ‘Bilim Kadınları İçin’ Programı 22’nci yılında 4 bilim kadını, bilimde çığır açacak özgün projeleri ile ödüle layık görüldü. Koç Üniversitesinden Dr. Ece Öztürk meme kanserinin akciğer ve beyindeki metastazlarının 3 boyutlu modellemesi ile yeni tedavi yöntemlerinin bulunmasını hedeflerken, Hacettepe Üniversitesinden Dr. Gülşah Merve Kılınç antik DNA’ları inceleyerek ağız mikrobiyatasının evrimi ile günümüz hastalıkları arasında bağ kurmayı amaçlıyor.
İSKELETLERİN AĞZINDAKİ MİKROPLARA BAKIYORLAR
İnsan ağzında 700’den fazla mikrop yaşadığını ve ağzımızın, genel sağlığımızı belirleyen bağırsaklardan sonraki en büyük mikrobiyata (yararlı ve zararlı mikropların bulunduğu ortam) olduğunu söyleyen Dr. Kılınç “Proje ile hem insan hem de insanla beraber, ağzımızda yaşayan mikroplarla ilgili tarihsel bir genetik bilgi üretmeyi bu bilgiyi incelemek istiyoruz. Bu mikroplar bağışıklık sistemimiz le ilgili cevabı bulunamayan hastalıklar, kanser ve tip 2 diyabet gibi çok çeşitli hastalıkları de şekillendiriyor. Proje kap samında bu kadar önemli bir mikrobiyatanın dinamik olarak 10 bin yıldan günümüze gelene kadar süreçte nasıl şekillendiğini öğrenmek istiyoruz” dedi.
YENİ TEDAVİLERİN TEMELİ ATILIYOR
Proje kapsamında 6 bin yıl ve 1 yıl ön ce yaşamış insanların iskeletlerinin ağzındaki dişlerinden ve diş taşlarından, ağız içi kemiklerinden biyolojik materyaller aldıklarını belirten Dr. Kılınç “İskelet kalıntılarından DNA elde edip daha sonra bu DNA’yı dizinleyerek, genetik dizinini oluşturuyoruz. Ürettiğimiz bu an tik DNA dizinlerini çeşitli matematiksel yöntemlerle bir şekilde geçmişten günü müze yeniden oluşturmaya çalışıyoruz. Canlı bir laboratuvarda çalışıyoruz gibi düşünebiliriz. İlgilendiğimiz konular aslında kim olduğumuz, genetik olarak ki me benzediğimiz DNA’mızın binlerce yıllık süreçte nasıl değiştiği ile bugün bizi hasta eden genlerimizin hangi evrimsel süreçler altında şekillendiğinin anlaşılması için çalışmalar yürütmek. Bütün bu tarihsel süreçler anlaşıldıktan sonra ileriye doğru ilaç geliştirme tanı koyma gibi konularda muhakkak ki faydası olacak” diye konuştu.
ANADOLU CANLI BİR LABORATUVAR GİBİ
Bu çalışmanın Anadolu toprakların da yapılmasının son derece önemli olduğunu aktaran Dr. Kılınç “Biz çok şanslı bir coğrafyada yaşıyoruz. Burası canlı bir laboratuvar gibi. Neredeyse bütün kültürlerin merkezi olmuş. En önemlisi bundan 10 bin yıl önce bütün insanlar avcı toplayıcı iken verimli yarım ay dediğimiz Anadolu’da buğdayı evcilleştirmişler ve tarımsal hayata geçmişler. Yerleşik hayat kurulmuş. Ve bütün bunlar hem mikrop dengelerine hem de genlerimizde her şeyi değiştirmiş. Dolayısıyla bu değişimin ve dönüşümün yaşandığı merkezde doğrudan canlı bir laboratuvar da olmak çok heyecan verici” diye açıkladı.
KİŞİSELLEŞTİRİLMİŞ KANSER TEDAVİSİNDE DEV ADIM
Dr. Ece Öztürk ve Dr. Gülşah Merve Kılınç, gazetemize açıklamalarda bulundu.
Kılınç'ın açıklamaları şu şekilde:
“Bilim Kadınları İçin Programı” tarafından ödüllendirilen projelerden biri de Koç Üniver sitesi Tıp Fakültesi & Translasyonel Tıp Araştırma Merkezinden Dr. Ece Öztürk’ün meme kanserinin metastazlarının tedavisine yönelik yeni yaklaşımlar geliştirilmesini hedefleyen çalışması. Meme kanserinde uzak organ metastazlarının en önemli ölüm sebebi olduğunu söyleyen Dr. Öztürk “Meme kanserine erken evrelerde çok yüksek başarıyla tedavi edilebilen günümüz teknolojileri ile ileri ev relerde aynı başarıyı yakalayamıyoruz. Bunun sebebi ise tedavilerde memedeki tümöre odaklanılması. Oysa birincil tümörle uzak organlardaki tümörler yapısal olarak birbirinden çok farklı. Aynı hücreden söz etmiyoruz.
Projemizde 3 boyutlu modellemelerle meme kanserinin beyin ve akciğer ortamıyla nasıl etkileştiğini anlayıp, yine bu etkileşimden kaynaklanan metastazların gizemini çözme ye çalışıyoruz. Böylece ilerde hem birincil hücreye özgü hem de metastazın gerçekleştiği organlara özgü etkin tedavi yöntemlerini ve stratejilerini geliştirilmesi için bilgi toplu yoruz. Daha da ileri aşamada ise bu modellerin kişiye özel şekilde geliştirilmesi ve kişiselleştirilmiş tıp tedavileri için kullanılması hedefleniyor” diye konuştu.
BÜTÜN PROJELER ÇOK ÖZGÜN
L’Oréal Türkiye ‘Bilim Kadınları İçin’ Programı kapsamında proje ödülü kazanan diğer bilim kadınları ve projeleri ise şöyle:
ATIK SUYU TEMİZLİYOR HİDROJEN ÜRETİYOR
Doç Dr. Esra Bilgin Şimşek, Gebze Teknik Üniversitesi, Kimya Mühendisliği Bölümü
Su kaynaklarındaki kirliliğin ortadan kaldırılmasına odaklanarak, atık sudaki dirençli kirleticileri arıtırken, yeşil hidrojenden enerji üretmeyi hedefliyor. Artan antibiyotik, mikro plastik gibi kirleticileri sudan ayrıştırmak için titanyum dioksit yerine bor temelli bir sistem geliştiriyor. Bu sistem güneş ışığı ile aktif hale geliyor. Projede hem iki boyutlu hem de kuantum boyutunda malzemelerin sentezlenmesi sağlayan bu ileri arıtma sisteminde bor temelli bir sistem olması nedeniyle muadillerine kıyasla maliyet avantajı sağlanıyor. Geliştirilen çevre dostu temelli arıtma ve enerji üretim sisteminin 1-2 yıl laboratuvar, 4-5 yıl da pilot ölçekli geliştirme sürecinin ardından ticarileşmesi hedefleniyor.
SARI KANTARONDAN DOĞA DOSTU LCD EKRAN TEKNOLOJİSİ
Dr. Zeliha Soran Erdem, Abdullah Gül Üniversitesi, Mühendislik Bilimleri Bölümü
Bitkilerin doğal özelliklerinden faydalanarak optik alanında geliştirdiği proje ile aydınlatma sistemlerinde doğa dostu ve insan sağlığına uyumlu LED’lerin sürdürülebilir teknolojinin temel taşlarından olacağını düşünüyor. Günümüzde sokak-ev aydınlatmalarından telefon, tablet ve bilgisayar ekranlarına kadar yaygın olarak kullanılan LED sistemlerinde beyaz ışık üretiliyor. Bu projede, bu aydınlatma sistemlerinde kullanılan inorganik malzemelerin, bitkilerden elde edilen doğal bileşenlerle değiştirilme çalışmaları yürütülüyor. Beyaz ışık üretimi için mavi LED’ler ve çok bilinen iki bitki kullanıldı: üzerlik ve sarı kantaron. Özellikle Güneydoğu Anadolu'da evlerde sıkça görülen üzerlik bitkisi; yeşil ışıyan molekülleri ayrıştırmak için tercih edilirken kırmızı ışıyan moleküller için ise herkesin severek ve güvenle kullandığı sarı kantaron bitkisi kullanılıyor. Geliştirilen proje ile ileride daha fazla bitkinin optik alanında kullanılabilmesi ve biyomedikal uygulamalardan sokak aydınlatmalarına kadar geniş bir yelpazede fayda sağlanabilmesi hedefleniyor.