Mescid güvercini! Abdullah ibni Zübeyr, Hazret-i Ebûbekir’in torunudur... Hem derviş hem askerdir... Lakabı da çok sevimlidir

Hicretin ardından Medîne’de dünyaya gelen ilk bebek odur. Doğar doğmaz kendini Âlemlerin Efendisi’nin kucağında bulur. İsmini bizzat Allahü teâlânın Sevgilisi koyar: Abdullah...
ÖMER ÇETİN ENGİN / İLAHİYATÇI - Hicreti müteakiben Medîne’de dünyaya gelen ilk bebek Muhâcirleri nasıl rahatlatır anlatılamaz. Genç annelerin, yiğit babaların gönlüne ferahlık saçar. “Biz onlara büyü yaptık, bundan böyle çocukları olmayacak” diyen Yahudilerin foyası meydana çıkar.
Bahsi geçen bebeğin annesi (Hazret-i Ebû Bekir’in kızı) Esma (radıyallahü anha) yavrusunu bağrına basar, Server-i Kâinatın huzuruna koşar. Resûlullah Efendimiz nurlu çocuğa çok duâ eder, ismini “Abdullah”, künyesini de “Ebû Bekir” koyar.
Abdullah’ın babası Aşere-i mübeşşereden, (yani dünyadayken Cennet’le müjdelenen on Sahâbi’den biri olan) Zübeyr bin Avvam’dır. Bu büyük sahâbe oğlunu (henüz yedi yaşındayken) elinden tutar, birlikte huzuru saadete çıkarlar. Âlemlerin Efendisi’ne biat eder, dua ister, bereketli teveccühlerine mazhar olurlar.
O günden sonra Abdullah, babasının peşinden ayrılmaz, birlikte Suriye’nin fethine koşar. Yermük Muharebesine katıldığında ancak 12 yaşındadır ama cephe gerisinde de çok iş vardır, su taşır, hayvanlara bakar, nöbet tutar... Ardından Amr bin Âs’ın önderliğinde Mısır seferine katılır, efsane ülkeyi İslâm sancakları ile donatırlar.
NAMAZDA BU ÂLEMDEN KOPAR GİDER
Abdullah ibni Zübeyr, dedesi Hazret-i Ebû Bekir ve Halife Ömer’in zamanında da (radıyallahü anhüm) zor vazifeler üstlenir ve hepsinin altından kalkar.
Bu genç mücahidin dünyada, dünyalıkta gözü yoktur, zaten gündüzleri oruç tutar, geceleri namaz kılar. Bazen günlerce yemek yemez, açlığını umursamaz. Onu arayanlar camide bulurlar. Namazda bu âlemden kopar, tarifsiz bir huzura dalar. İşte bu yüzden olacak adı “Mescid Güvercini”ne çıkar. Gören dedesini (Hazret-i Ebû Bekir’i) hatırlar.
Hazret-i Abdullah az yemesine rağmen, kollarında zehir gibi bir kuvvet vardır, düşman saflarında adeta yol açar. Cesareti mahareti bir yana cengi okumasını bilir, harbin seyrini değiştirecek müdahaleler yapar. Hicretin 30. yılında Sa’îd bin Âs kumandasındaki orduyla Asya’nın derinliklerine dalar, Horasan, Taberistan ve Cürcan halkını İslâm’la tanıştırırlar.
HANGİ CESARETLE?
Bir gün Hâricîler, Sahâbe-i kirâmın büyükleri hakkında ileri geri konuşurlar. Abdullah ibn-i Zübeyr, “Allahü teâlâ, Mûsâ ve Hârûn aleyhisselâmı, ilâhlık dâvâsında bulunan Firavun’a gönderirken dahi yumuşak konuşmalarını emretmedi mi?” diye sorar. “Resûlullah Efendimiz, “Ölmüş kimselere sövmek veya dil uzatmak sûretiyle dirilere eziyet etmeyiniz” buyurmadı mı? Server-i Kâinat, sırf İkrime’yi (radıyallahü anh) üzmemek için babası Ebû Cehil’e sövmeyi yasaklamadı mı? Siz hangi cesaretle Fahr-i âlem’in methine ve müjdelerine kavuşan sahâbeler hakkında verip veriştirebiliyorsunuz? Acaba “Herhangi bir memlekette vefât eden Eshâbımdan biri, kıyâmette, mahşer yerine giderken, o memleketin Müslümanlarına önder olur ve önlerini aydınlatır” hadisini şerifini duymadınız mı?
Hazret-i Hüseyn’in şehit edildiği yıllarda Mekkeliler Abdullah bin Zübeyr’in etrafında toplanırlar. Hicaz, Yemen, Irak ve Horasan halkı da ona biat eder, halife olarak tanırlar. Bu dönemde Kâbe-i muazzama ve Mescid-i Nebi’ye çok hizmet yapar. Ayarı ve miktarı sabit gümüş paralar bastırarak iktisadi hayata hız katar. Ancak Haccac komutasındaki ordular Mekke-i mükerremeyi kuşatırlar. Hazret-i Abdullah etrafında kalan elli-yüz adamıyla şehri savunsa da mancınıktan atılan bir taş gelip başına çarpar. Annesi Esma Hatun Haccac’a çok kızar, geçer karşısına çocuk gibi azarlar.
“Âlimin ölümü âlemin ölümüdür”, Mekkeliler onu çok arar.
DEDESİ GİBİ...
Sahâbe-i kirâm içinde dört genç (Abdullah İbn-i Abbâs, Abdullah İbn-i Ömer, Abdullah İbn-i Amr ve Abdullah İbn-i Zübeyr - radıyallahu anhüm) “Abâdile” (Abdullahlar) adıyla anılırlar. Bunlar İslâm fıkhına fevkalade vâkıftırlar, halk onlara fetva sorar. Efendimizden sonra “uzun süre” yaşarlar ve sonra gelen müminlere asrı saadet yıllarını anlatırlar.
Hazret-i Osman devrinde Kur’ân-ı kerîmin nüshalarının çoğaltılması için toplanan hey’ete Abdullah ibni Zübeyr de çağrılır. Zaten halife ile aralarında anlatılmaz bir dostluk vardır, isyancıların başkente dayandıkları günlerde Hazret-i Osman’ı korumak için kapısında yatar. Gelgelelim şehîd edilmesine mani olamaz.
Abdullah bin Zübeyr babasından, dedesinden (Hazret-i Ebû Bekir’den), teyzesinden (Hazret-i Âişe’den), Hazret-i Ömer’den, Hazret-i Osman’dan, Hazret-i Ali’den ve bizzat Efendimizden işittiği hadîs-i şerîfleri rivâyet eder. Ahmed bin Hanbel onun bildirdiği hadîs-i şerîfleri “Müsned” adlı kitabına koyar.
Efendimizden aktardıkları:
>> Nikâhı ilan ediniz.
>> Dünyada ipek giyen ahirette giyemez.
>> Allah yolunda bir gece bekçilik yapmak, bin geceyi ihya etmekten ve bin gündüzü oruçlu geçirmekten daha efdaldir.
>> Şayet Allah’tan başkasını dost edinseydim, Ebû Kuhafe’nin oğlunu (Ebû Bekir’i) dost edinirdim. O, din kardeşim ve (hicret esnasında) mağaradaki arkadaşımdır.
>> Benim mescidimde kılınan namaz, Mescid-i Harâm hariç diğer mescidlerde kılınan namazlardan üstündür. Mescid-i Harâm’da kılınan bir namaz, Mescid-i Nebî’de kılınan 100 namazdan faziletlidir.
(devam edecek)