Öcal Uluç

Türkiye, FIFA listesinde 37’ncilikten 39’unculuğa düşmüş… Belçika 1’inci; hiç şaşırmadım.

Bu sezon, “kötü futbol” ve de “İstanbul’un Üç Büyükleri’nin fiyasko yarışı” olarak geçiyor; elbette Trabzonspor’un “çok haklı ve ‘ezici’ üstünlüğü”, dahası “Trabzonspor gibi, “hoca ve futbolcu seçiminde ‘doğruları’ yapan” Anadolu takımlarının puan cetvelinin üst sıralarını paylaşmaları ile de!..

Artık kahkahalarla gülüyorum. “Koca koca, anlı ve de şanlı” futbol yazanlarımızın, bazılarının (çoğunluğunun) spor sayfalarındaki, TV ekranlarındaki görüş ve ifadelerine…

TV ekranlarına kurulup ahkâm kesiyorlar; “Gomis alınır mıymış, 36 yaşındaymış…”

Tutturmuşlar “Vay efendim Gedson neden alınmadı” diyorlar sanki Sneijder, Drogba alınmamış… Kim ve “kaçıncı sınıf” bir futbolcu bu Gedson?..

Ölümsüz insan yoktur… Ama “adını ölümsüzleştirerek ‘ölen’ insan” vardır…

Hiç düşünmüyorlar, hiç bilgisayarın tuşlarına basan parmakları titremiyor…

Altınordu’nun başkanı Seyit Mehmet Özkan’ı yakından tanıyalım…

Geçen hafta bugün yazdığım yazının başlığı “Galatasaraylılar İspanyol’a güvenin” idi.

Eller vicdanda… Biraz insaf… Yok… Yok… “Birazcık” insaf yeter!..

Neden kimse "o tweet'lerden" bunca zamandır söz etmemiştir de, birdenbire "Fatih Terim'in yanına yardımcı / ya da yerine adam aradığı ortaya çıkınca" birdenbire infaz edilmeye çalışılmaktadır?

Dört yıldan fazladır onca milyonlarca avrolar harcatıp Galatasaray’ın başında olan Fatih Terim’in” takımı tam bir enkaz hâli içinde bırakıp” gittiğinde “3,5 yıl proje fırsatı verilmeliydi” diye ayaklananların, sarı kırmızılı ekibi “dört antrenmanla sahaya çıkaran” İspanyol Hoca için “yazmadık, söylenmedik şey bırakmayacakları ‘olumsuz görüş’ furyasını” bekliyordum, nitekim yanılmadım ve bol bol güldüm…

Bir arkadaşım İstanbul’dan telefon etti; “Fatih Hoca, TV ekranlarına ve spor sayfalarına kalemşorlarını öyle bir sürdü ki, senin gibi gerçekleri yazanları ve söyleyenleri duyabilen, okuyabilen var mı, çok merak ediyorum” dedi.

Burak Elmas “seçildiğinden altı ay sonra” nihayet “gerçek bir Galatasaray Başkanı gibi” çıktı; “Kararı ben aldım” diyerek “gereken” cevabı verdi...

Geçen cumartesi günkü “Uluçmarket’te ‘Fatih Terim bekleme odasında” başlıklı yazım… “üç günde bitişi” anlatıyor…

Çatlayan testi su tutmaz; bu söz yüzlerce yıllık denemelerden sonra “atasözlerimiz arasına girmiş” bir deyimdir; “Ne anlama geldiğini, bir örnek vermemizi” isterseniz, işte sizlere “güncel” bir örnek, üstelik “ne anlama geldiği” de bu örnekle “yakında” ortaya çıkacak…

İşte burada atması gereken, atılması da zaten şart hâline gelmiş bir adım var; “Başına geçeceği takımın başarılarıyla, kamuoyunda ve medyada kendisinin hem de çok önüne geçecek” bir hocayı getirmek!..

Denizlispor’a karşı bile “inat ederek” sahaya “iki santrforla çıkmayan / çıkamayan” bir teknik adamla karşı karşıya Galatasaray!..

İlk defa babamdan duymuştum; “Benim oğlum bina okur, döner döner gene okur” sözünü… “Bina okunur mu” diyerek yüzüne bakmıştım. “Bina, Arapça dil bilgisi ile ilgili bir ders grubunun kitabı” diyerek, sözün tamamının anlamını da anlatmıştı; “Yaptığı işte ilerleme kaydedemeyen, ‘baştan başlayarak hep aynı şeyleri tekrarlayan, yerinde sayan’ insanları anlatan” bir deyim…

Sayın Elmas bir başkan olarak Terim’e şu soruyu sormanız gerekmiyor mu; “Hoca’m, kolu kanadı kırılmış bir şekilde sahaya çıkan rakibimizi, U19 takımımızın bile elemesi lazımdı. Bunca parayı bu kulüp durmadan mazeret ve bahane üretmen, maçları tribünün camekanlı bölümünden seyretmen için mi veriyor sana?..”