Ekolojik dengenin olmazsa olmazı: Kedi ve köpekler

Kaynak: Ali Osman Polat
- Güncelleme:
Ekolojik dengenin olmazsa olmazı: Kedi ve köpekler
Haberler Haberleri  / Ali Osman Polat

Kedilerin en büyük hâmisi edebiyattır. Ahmet Hamdi Tanpınar, kucağında kedisiyle poz verir. Peyami Safa, “okuyorum okuyorum yine de kedim kadar bilemiyorum” der. 1852'de İstanbul’a gezmeye gelen ünlü Fransız yazar Théophıle Gautıer, kahvelerde insanlarla kuşların bunca iç içe olmasına şaşırır ve bunu Türklerin hayvanlara gösterdiği şefkate yorar. Mark Twain ise İstanbul köpeklerini anmadan duramaz: “Hayatımda hiç bu kadar mahzun bakışlı ve kalbi kırık sokak köpekleri görmedim.” der.

Edebiyatımızda kediler ve kediseverler her zaman ilgi çekici bir konu olmuştur. Bilindiği gibi, Tevfik Fikret'in Zerrişte adını verdiği kedisiyle olan ilişkisi, Nurullah Ataç'ın bu isme yaptığı esprili göndermeler nedeniyle edebiyat tarihine geçmiştir. Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın Nazlı adlı kedisi de unutulmaz bir karakterdir. Halit Ziya Uşaklıgil'in çocukluğunda beslediği Tosun adlı kedi ise insanlara olan güvenini kaybederek intihar etmesiyle hüzünlü bir hikâyeyi hepimize miras bırakır... 

Kediler, edebiyat öykülerine çokça konu olmuştur. Samipaşazade Sezai'nin "Kediler" hikâyesinde, evdeki kedilerden bunalan bir adamın karısına "ya kediler ya ben" demesi ve "kediler!" cevabını alınca evi terk etmesi, insan ilişkilerinde kedilerin büyük bir yer tutacağını gösterir niteliktedir. Yine Peyami Safa'nın Fatih Harbiye romanında kedi, Batı toplumu karşısında Doğunun imgesine dönüşerek derin bir anlam kazanır. Görüldüğü gibi, Türk edebiyatında kediler, sadece evcil hayvanlardan öte, insan ilişkilerinin, duyguların ve toplumsal değişimin yansımaları olarak karşımıza çıkarlar...

Peki ya köpekler? 

Gelin konuyu biraz daha derinlemesine inceleyelim...

1950'LERİN BAŞINDA BORNEO'DA YAŞANAN İLGİNÇ OLAYLAR

1950’lerin başında bir sabah, Borneo’lular gökten kedi yağdığını gördüler. Ancak, olay bu kadar şaşırtıcı bir şekilde başlamamıştı. O dönemde, Borneo’lular büyük bir sıtma salgınıyla karşı karşıyaydılar. Bunun üzerine Dünya Sağlık Örgütü (WHO), adaya dev spreylerle büyük miktarda DDT sıkmaya karar verdi. Bu uygulamanın sonuçları tatmin ediciydi; sıtma taşıyan sivrisinekler yok oldu. Fakat bu başarı, yeni bir sorunu da beraberinde getirdi; Borneo’daki çatılar birer birer çöküyordu. Çünkü WHO’nun sıktığı DDT, çatı ahşaplarını kemiren kurtların çoğalmasını engelleyen yaban arılarını da öldürmüştü.

Ekolojik dengenin gönüllü işçileri: Kediler ve köpekler - 1. Resim

Sorunlar burada bitmedi. DDT ile ölen böcekleri kertenkeleler yiyor, kertenkeleleri de kediler yiyip ölüyorlardı. Kedilerin sayısı hızla azalmaya başlayınca, etrafta sıçan ve fareler cirit atmaya başladı. Borneo, bu kez veba ve tifo salgınlarıyla yüz yüze geldi. Veba ve tifonun yayılması üzerine WHO, adadaki kedi nüfusunu tekrar artırmaya karar verdi. Canlı kediler, uçaklardan paraşütle adaya atıldı.

İSTANBUL'UN SOKAK HAYVANLARI

Modern dünya, insan ilişkilerini kesintiye ve güvensizliğe sürükledikçe, evcil hayvanların insan hayatındaki yeri ve önemi artmıştır. Ancak bu önem artışı, evcil hayvanların işlevlerinin değişmesini de beraberinde getirmiştir. Kedi ve köpekler artık şehrin değil, evin bir parçası haline gelmiştir. Görevleri, şehri zararlı kemirgenlerden veya çöplerden korumak değil; şehir insanını duygusal altüst oluşlardan korumaktır. Bu nedenle, sokak hayvanları tanımlaması, artık doğal bir durum değil, olmaması gereken ve sakınılması gereken bir durumu işaret ediyor. Sokakta gördüğümüz hayvanlara acır hale geldik. Oysaki evcil hayvanların hayat alanlarına dair algımız, yakın bir geçmişte değişmiştir.

Ekolojik dengenin gönüllü işçileri: Kediler ve köpekler - 2. Resim

Osmanlı İmparatorluğu'nun başkenti İstanbul, sokak hayvanlarıyla en çok haşır neşir olan kentlerden biridir. Rivayete göre Bizans, kedilere düşkünlüğüyle biliniyordu; bu yüzden İstanbul'daki köpeklerin Türklerle birlikte geldiği iddia edilmektedir. 19. yüzyılın başına kadar köpekler, İstanbul kartpostallarının simgesi haline gelmişti. Saadet Özen, “Yüz Elli Yılın Tanığı Notre Dame de Sion” adlı kitabında, bu okulların kurucularından Peder Théodore’un 1858 yılında ziyaret ettiği İstanbul izlenimlerini aktarır. Bu izlenimlerde köpekler önemli bir yer tutar; “Sokaklardaki köpeklerin hepsi birbirine benziyor. Sükûnetleriyle, Türkiye’nin hijyenine katkılarıyla bu hayvanlar, ülkenin en mazlum sakinleri; İstanbul’un halk sağlığı komitesi desek yalan olmaz.” Gerçekten de Orta Çağ Avrupa’sında, batıl inançlara dayanarak yapılan kedi itlaflarını izleyen veba salgınları göz önüne alındığında, İstanbul pek de salgın hastalık yüzü görmemiştir. Sokak hayvanları, kanalizasyonlardan çıkan zararlı hayvanları öldürür, gıda maddelerini yok eder ve deprem, yangın gibi felaketlerde siren görevi görürler.

SÜRGÜN KÖPEKLER 

Sokak Köpeklerinin Tarihi adlı bir kitap kaleme alan Ümit Sınan Topçuoğlu’na göre İstanbul köpeklerinin rahatı, Batılılaşma hamleleriyle birlikte bir daha geri gelmemecesine kaçar. İstanbul, tarihinde ki ilk köpek itlafını 2. Mahmut’la birlikte görür. Gece vakti Galata’da İngiliz bir turist, köpeklerden kaçmaya çalışırken yüksek bir duvardan düşüp ölür. İngiliz hükümetinin sitemi üzerine 2. Mahmut, şehirdeki tüm köpeklerin toplanıp Hayırsız Ada’ya götürülmesini emreder. Halk bu emre öylesine direnir ki ferman geri alınır. İkinci büyük köpek itlafı Sultan Abdülaziz dönemine rastlar. Köpekler toplanıp Hayırsız Ada’ya götürülür. Ancak bu sürgünün hemen ertesinde İstanbul bir yangına sahne olur. 1865 Eylül’ünde yaşanan bu yangınla Beyazıt’tan Gedikpaşa’ya tüm konaklar kül olur. Halk, bu yangını köpek sürgününe bağlar.

Ekolojik dengenin gönüllü işçileri: Kediler ve köpekler - 3. Resim

Bir taraftan, köpeklere bunca kötü davrandıkları için cezalandırıldıklarını; diğer taraftan ise köpekler hâlâ şehirde olsaydı yangını haber verip yayılmasını önleyebileceklerini düşünürler. Halk öyle tepkilidir ki köpekler, teknelere yüklenip geri getirilirler. İstanbul köpekleri 2. Abdülhamit döneminde eski rahatlarına kavuşur gibi olurlar. Dünyada üçüncü kuduz enstitüsünü İstanbul’da kurduran 2. Abdülhamit, köpeklerle uğraşmaktansa kuduzla uğraşmayı yeğler. Ne var ki2. Abdülhamit’in devrilmesiyle birlikte köpek sürgünleri yeniden gündeme gelir. 1910 yılında Talat Paşa, vahşice toplanan köpekleri bir daha dönmemek üzere Hayırsız Ada’ya gönderir. Halk, sürgün köpeklere teknelerle yemek göndermek dışında bir şey yapamaz. İstanbul’daki köpek itlaflarını, kanalizasyonlardan çıkan fare ıstılahları ve çürüyen çöpler takip eder her seferinde...

VE KEDİLER...

Köpeklerin “kent estetiğini bozduğu” fikri ise ilk olarak Şinasi’den çıkıyor. 1864 yılında Tasvir-ı Efkar’da bir makale yayınlayan Şinasi, İstanbul’daki sokak köpeklerinin ülkeyi kötü gösterdiğini savunur ve erkek köpeklerle dışı köpeklerin ayrı yerlerde sürgüne gönderilip köpek nüfusunun yok edilmesini önerir. Hariciye Nazırı Pertev Paşa da buna karşı, Mecmua-yı Fünûn’da Avave (Havlama) adlı bir yazı yayımlar. Yazıda bir köpek, hâkime, köpek haklarıyla ilgili bir dilekçe yazdırmaktadır.

Ekolojik dengenin gönüllü işçileri: Kediler ve köpekler - 4. Resim

İstanbul’un eski sakinleri kediler ise itlaf ve sürgünlerden yakayı kurtarırlar. Bunda, kedilerin köpeklerden daha küçük cüsseli olmalarının yanı sıra köpekler kadar kuduzla özdeş görülmemeleri de etkilidir. Üstüne üstlük kediler, bağımsız karakterlerinden ötürü köpekler gibi sürü halinde gezmediklerinden turist de korkutmazlar. Çarşılı semtlerde yoğun olarak yaşarlar ve hangi dükkânın hangi saatte artıklarını boşalttığını bilirler. Bir nevi haraca kestikleri dükkânın eşiğinden içeri adım atmaz ve halk sağlığı gibi tehlikeli meselelere katiyen bulaşmazlar. Kedilerin en büyük hâmisi edebiyattır. Ahmet Hamdı Tanpınar, kucağında kedisiyle poz verir. Peyami Safa, “okuyorum okuyorum yine de kedim kadar bilemiyorum” diye kendini didikler.

Kediler, münferit olaylar dışında İstanbul’da zulüm görmezler. Sokak hayvanlarının kentten sürülmesi, yok edilmesi ya da izole edilmesi, insan sağlığının garantisi değil aksine onu tehdit eden bir yaklaşım. Ekolojik dengeye yapılacak radikal müdahaleler, aynı ölçüde radikal sonuçlara varıyor ki bunlar hiçbir zaman hayırlı sonuçlar olmuyor. Sokak hayvanlarıyla değil, hastalıklarla mücadele etmek gerekiyor.

GÜNÜMÜZ KEDİ VE KÖPEKLERİNİ NE BEKLİYOR

Yeni sokak hayvanları yasasının uygulamalarıyla ilgili olarak, belediyelere önemli sorumluluklar yükleniyor. 30 Temmuz 2024 tarihinde kabul edilen kanunla birlikte, bakımevlerinin bütçesinin belirlenmesi öngörülüyor. Buna göre, belediyelerin son bütçelerinin binde 5’i, büyükşehir belediyelerinin ise binde 3’ü bakımevlerine ayrılacak. Ancak Türkiye genelinde yalnızca 237 belediyede bakımevi bulunması, bu ayrılan bütçenin yeterliliği konusunda endişeleri artırıyor.

Ekolojik dengenin gönüllü işçileri: Kediler ve köpekler - 5. Resim

Yasa, uygulama yetkisinin belediyelerde, denetleme ve uygulama eksikliği durumunda ise cezai işlem yetkisinin Bakanlık’ta olmasını öngörüyor. Bu durum, yerel yönetimlerin üzerindeki baskıyı artırma potansiyeli taşıyor. Eğer ayrılan bütçe başka amaçlar için kullanılır veya hayvanların barınma zorunluluğu yerine getirilmezse, belediye başkanları dahil yerel yönetimlere 6 aydan 2 yıla kadar hapis cezası ile birlikte idari yaptırımlar ve para cezası uygulanabileceği belirtiliyor.

Yeni yasa çerçevesinde, belediyeler, sokak hayvanlarının sağlıklı ve güvenli bir ortamda yaşamasını sağlamakla yükümlü kılınıyor. Sivil toplum kuruluşları ve gönüllüler, yasayı destekleyecek projeler ve faaliyetler düzenleyebilecek. Sokak hayvanları, sahiplenilmeyen hayvanlar olarak tanımlanırken, yeni düzenleme ile hayvanlar sahipli ve sahipsiz olarak net bir şekilde ayrım yapılacak. Sahipsiz hayvanlar, barınacak bir yeri olmayan ve herhangi birinin koruma yükümlülüğü altında olmayan evcil hayvanlar olarak tanımlanıyor.

Ayrıca, 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu’na göre, belediyeler sokak hayvanlarına barınak yapma ve işletme, tıbbi bakım ve kısırlaştırma gibi görevlerden sorumlu tutuluyor. Yeni yasaya göre, sahipli ve sahipsiz hayvan ayrımını yaparak, sahipsiz hayvanların Bakanlık veri tabanına kayıt edilmesi görevleri de belediyelerin sorumluluğunda yer alıyor. Sokak hayvanlarının verdiği zararlardan dolayı belediyeler, yerleşik içtihatlara göre sorumlu tutulacak; açılacak davalarda davalı taraf belediye olacaktır.

Kaynak: Ali Osman Polat
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Osman Sanli27 Eylül 2024 22:06

Kedileri ve köpekleri sokaklarda, boş arazilerde tonlarca mamayla besleyip sayılarını her sene kat kat artırdıktan sonra siz hangi doğal dengeden bahsediyorsunuz. Kedi ve köpekler istilacı türdür. Sahiplenin evinizde besleyin. Aklımızla dalga geçmeyin.

Sonraki Haber Yükleniyor...