Abdülmuttalib'in yıllar önce bir nezri vardı: - Yâ Rabbî! Bana on oğul verirsen, birini senin için kurban edeceğim. Ve on oğlu olmuştu. İçlerinden en fazla "Abdullah"ı seviyordu. Niye? Çünkü "Nur-u Muhammedî" onun alnında parlıyordu. Bir gece ses duydu rüyasında: - Ey Abdülmuttalip! Adağını yerine getir! Uyandı. O gün bir koç kesti. İkinci gece yine ikaz edildi: - Daha büyüğünü kes! Uyanıp, bir sığır kesti. Üçüncü gece yine bir ikaz: - Daha büyüğünü kes! Bu defa sordu: - Ondan büyüğü nedir ki? Nezrini hatırladı - Hani sen, "On oğlum olursa, birini kurban edeceğim" demiştin ya. İşte o adağını yerine getir! Uyanıp hatırladı adağını. Çocuklarını toplayıp, yıllar önce yaptığı adağı bildirdi onlara. Peşinden dedi ki: - Birinizi kurban etmem gerekiyor. Hepsi de büktü boynunu. - Canımız Allah yoluna feda olsun! Gözleri yaşardı. İyi de hangisini kurban edecekti? Kur'a çekti. "Abdullah"a çıktı. En çok sevdiği bu ciğerparesinin eline yapışıp geldi Kâbe yanına. Elinde bıçak, yatırdı yere. Kureyş'in ileri gelenleri toplanmış hayret dolu bakışlarla onu seyrediyorlardı. Tam bıçağı çalıyordu ki, Kureyş'ten biri bağırdı. Duuur! Kesme sakın! - Duuur! Kesme sakın! - Neden? - Böyle yaparsan âdet olur. Herkes oğlunu nezredip keserler. Vazgeçti kesmekten. Güngörmüş bir âlime gidip halini arzetti. Âlim sordu: - Sizde bir insan diyeti ne kadardır? - On deve. - Öyleyse on deve ile, oğlun arasında kur'a çek. Kur'a oğluna çıkarsa, on deve ilave edip bir daha çek. Kur'a develere çıkana kadar devam et buna. Dediği gibi yaptı. İlk kur'a Abdullah'a çıktı. On deve ilave edip çekti. Yine Abdullah'a çıktı. Onuncu kur'a develere çıkınca, yüz deveyi kurban edip, etlerini fakirlere dağıttı...